13 Temmuz 2018 – 40’lar

Ufak çaplı bir sınavdan geçiyorum. Şubat’ta yazdıklarımı sanki bir başkası yazmış gibi okudum. Adeta bugün için kendime bir hatırlatma, bir avuntu olsun diye yazmışım.

Korkular ve endişelere kaptırdım kendimi. Aslında bu süreç 2013’te başladı, son bir yılda ise iyice ayyuka çıktı. Beni en çok rahatlatan şey, kafamı en güzel dağıtan şey pilates ve yoga. Hatta, yogadan da çok pilates. Bir de okumak tabi. Öyle bir romana kaptırıp gitmek de güzel ama son dönemde daha çok din ve felsefe ile ilgili okuyorum.

Korkularım neler mi, hmmm, aslında yazarak kaydetmek, enerjiyi onlara yoğunlaştırmak istemiyorum ama din ve felsefe okuduğuma göre tahmin edebilirsiniz herhalde 😉 bu kadar ipucu yeter…

Kafamı en güzel dağıtan şey, ders vermek, inanilmaz birşey, çalışırken, ders verirken ağrıyan bir yerim varsa onu bile unutuyorum. Hayatta verdiğim en iyi kararlardan biri pilates öğrenmek ve evime alet almak oldu.

Geçmişe dönüp baktığımda, en çok özlediğim his, 20’li yaşlarımdaki bana hiçbir şey olmaz, hissi. O ne gamsız, ne tasasız bir kafaymış 🙂 40’la gelen ise kaybetme korkusu… Kaybetmenin her türlüsü.

Ben gidip biraz ders vereyim en güzeli 😉

 

 

Günlük kategorisine gönderildi | 13 Temmuz 2018 – 40’lar için yorumlar kapalı

10 Şubat 2018 – Yaşamak Güzel

Yaşamak güzel, sağlıklı olmak çok güzel.

Bu dünyaya neden geldik? Hepimiz, hayatımızın belli dönemlerinde bu konuya kafa yormuşuzdur. Sizce neden?

Başlarda ben, erdemli insan olmayı öğrenmeye geldik, kötü huylarımızı bırakmaya, tekamül etmeye ve yeniden, yeni doğmuş bir bebek gibi, Allah’a layık bir varlık olmaya geldik, diye düşünüyordum.

Sonra, yok yahu, dedim, bu değil. Evet, evet, bu olamaz. O zaman belki de, gerçekleri öğrenmeye geldik, idrak etmeye, dedim. Ama farkettim ki, mutlak gerçek diye birşey de yok. Herşey göreceli, herşey değişiyor, dönüşüyor.

Şu sıralar ise bu konudaki fikrim şöyle, belki de sadece faniliği deneyimlemeye geldik. Dualite içerisinde, bu sanal dünyada, seçtiğimiz karakterin bir duygudan ötekine savruluşunu deneyimlemeye geldik belki. Yani, sadece ölümlü bir varlık olmayı, insan olmayı deneyimlemek için.

Neden film, tiyatro izlemeyi, roman okumayı, bilgisayar oyunları oynamayı bu kadar çok seviyoruz, hiç düşündünüz mü? Bambaşka hayat koşullarındaki bambaşka insanların başından geçenleri, olaylara verdikleri tepkileri, hissettikleri duyguları, verdikleri tepkilere göre olayların şekillenişini, o kişinin değişen durumlar karşısında bir olaydan bir olaya, bir duygudan bir başka duyguya savruluşunu seyretmeye ne kadar da hevesliyiz. Arsızca herşeyi, her durumu, her duyguyu deneyimlemiş olmak istiyoruz. En çok da bizi katıla katıla güldüren, hüzünlendirip hüngür hüngür ağlatan ya da iliklerimize kadar gerip, korkudan tir tir titreten filmleri, romanları seviyoruz. Her duyguyu yaşamak, öğrenmek üzere bir hevesimiz var. Belki de, hep dediğim gibi, bu dünyaya gelmeden önce karakterimizi, ailemizi, ülkemizi, dilimizi, dinimizi, içine doğacağımız çağı ve koşulları, başımıza gelecek olayları, yani kısacası tüm hayat öykümüzü baştan seçiyoruz. Sonra da, bu hikaye örgüsünde, seçtiğimiz hayatı yaşarken hangi duyguları hissedeceğiz, heyecanla bekliyoruz. Ama tabi bir bebek olarak doğup da bilinçlenmeye başladığımızda, yavaş yavaş tüm bunları unutuyoruz ki yaşayacaklarımız gerçekçi ve inandırıcı olsun, duyguları dibine kadar yaşayalım… Ne dersiniz, olabilir mi? Tabi insan şunu merak ediyor, yahu seçe seçe bu karakteri, bu hayatı mı seçtim, ne saçma. Ama, orada da benim düşüncem şöyle, aslında hepimiz biriz, hepimiz O’yuz. Yani, tüm deneyimleri yaşayan aynı kişi, varlık, ki bence bu Allah. Bir insan ruhu bir saç kılının onbinde biri kadarmış. Bunları kelimelere dökmek çok zor tabi, ama kısacası dualite sadece bu dünyada var belki de. Ben, sen, o sadece bu dünyada bir anlam taşıyor belki. Yani perdeler kalktığında ortada kendi kendisini deneyimleyen bir tek O var. Neyse bunu geçelim. Sonuçta biz bu filmi seçtik bir şekilde diyelim. Eğer durum buysa, olaylar içinden çıkılmaz hale geldiğinde, aşırı derecede korktuğumuzda, üzüldüğümüzde, ne bileyim, kendimizi duygularımızla, korkularımızla başa çıkamayacak gibi hissettiğimizde, yine kendimize bunu hatırlatmalıyız. Olaylar, onlar karşısındaki duygularımız ve olaylara tepkilerimiz ile aramıza bir mesafe koymalıyız. Demeliyiz ki, şşş! sakin ol, sadece seçtiğin bir filmi izliyorsun şu anda. Sen aslında ölümsüz bir varlıksın, senin evin ışık, senin özün huzur, şevkat, koşulsuz sevgi. Senin yuvan sıcacık ve güvenli. Film bitecek ve sen o güvenli, sıcacık, sevgi dolu yuvana uyanacaksın. Sadece araya mesafe koy. İzleyen, tanık olan olduğunu hatırla. Seçtiğin filmi yargısızca, nezaketle ve şevkatle izle.

***

Günlük kategorisine gönderildi | 10 Şubat 2018 – Yaşamak Güzel için yorumlar kapalı

6 Şubat 2018 – Bu Yil icin Dileklerim

Merhaba, telefonumun minik ekranindan yaziyorum, her zamanki gibi.

Gecen yil pilates mat1 ve reformer 1 egitimi aldim. 2017 Aralik ayinda Zeynep Aksoy ile Reset, Youtube kanalini takip ederek duzenli meditasyon pratigime basladim. Bir suredir onume hep, yine yeniden, soz buyudur, iste ve olsun, hayal kur, mesajlari getiriliyor. Doğa Rutkay ile Her Sey Bu Masada programini izliyorum Youtube’dan. Tiyatro ozlemim depresti bu program sayesinde. Gelen konuklarin ortak soylemleri soyle: sevdigin isi yap, hayal kur!

2017 Temmuz ayindan itibaren 6 ay sureyle vegan beslendim. Kendimi harika hissettim, cok enerjik ve hafif hissettim. Demir stoklarim tukendi. Ve ilac kullandim, korkudan hayvansal gida tuketmeye basladim yeniden. Bu aralar sagligimi kaybetme korkusu basgosterdi bende. Hayvansal gida tuketmeyi sevmiyorum. Hipoglisemime iyi gelmiyor. Kendimi hantal, agir, yorgun hissediyorum. Hayvansal gida tuketirken canim hep hamur isi ve sutlu tatli cekiyor.  Henuz yuzume hicbir estetik islem yaptirmatim. Gozlerimin etrafindaki sarkma bazen canimi sıkıyor. En buyuk arzum cocuklarimi alip anne-cocuk doga ve yoga kamplarina katilmak. Bir adet tatil koyu programina ihtiyacim var. Guneyde, Ege sahilinde temiz, modern ama ayni zamanda otantik ve guvenli bir koyde bahceli tek katli bir ev istiyorum. Yarisi ahsap, yarisi tas olsun. Dora’yi ve cocuklari 3 ay bahceye salayim. Bahcede yoga ve meditasyon yapayim. Uzakdogu, Tayland, Malezya, Hindistan, Nepal, Tibet, Endonezya’ya gitmek istiyorum. Oralarda bir yoga ve meditasyon kampina katilmak istiyorum. Bu yil tiyatrolara, muzikallere gitmek istiyorum ve klasik muzik konserlerine. İnci’ye yuzmeyi ogretmek istiyorum. İnci’yi tiyatrolara goturmek istiyorum.

Madem soz buyudur, simdi gelelim 2018 icin yaptiklarima. Allah’im sukurler olsun ki ben, esim, cocuklarim, anne babalarimiz, kardeslerimiz, onlarin cocuklari ve o cocuklarin babalari saglikli, sihhatli, dengede, mutlu ve huzurluyuz, birlik beraberlik, bolluk bereket icindeyiz. Ulkemizde, komsularimizda ve dunyada baris hakim. Ulkemiz ekonomik olarak cok iyi durumda. Egitim sistemimiz yenilenmis, cagin gereklerine gore guncellenmis ve cok basarili bir sistem. Bu sistemin icinde cocuklarimiz mutlu, ozguvenli ve ne istedigini bilen bireyler olarak, donanimli yetisiyorlar. Bolluk ve bereket icindeyiz. Ben cok sevdigim isimi yaparak, kolaylikla ve neseyle, bol ve bereketli para kazaniyorum. Sukurler olsun ki cocuklarimla beraber geziyoruz, harika seyler deneyimliyoruz. Yoga ve doga kamplarina katiliyoruz, deniz tatilleri, kultur tatilleri ve doga tatilleri yapiyoruz. Sukurler olsun ki guneyde, Ege sahilinde, modern, temiz, guvenli, dogayla icice bir sahil kasabasinda, yarisi ahsap, yarisi tas, dogal malzemelerle dosenmis, tek katli, kendine ait bahcesi olan, zevkime gore dosenmis bir evimiz var, esim, cocuklarim ve Dora ile 3 ay oranin tadini cikariyoruz. Ben saglikli, dengeli bir bitkisel diyet uyguluyorum ve bu diyet bana cok buyuk saglik, sifa getiriyor. Her gun yogami, meditasyonumu yapiyorum ve kalp seviyesinden yasamayi, butunle bir olmayi deneyimliyorum, hayirlisiysa. Esimle saygi, sevgi, anlayis, ask ve arkadaslikla, simsiki orulmus, heyecan verici, guven verici, mutluluk ve tatmin verici bir iliskimiz var. Sukurler olsun…

 

Günlük kategorisine gönderildi | 6 Şubat 2018 – Bu Yil icin Dileklerim için yorumlar kapalı

Timur

Timur 3 yaşına basmak uzere. Su anda inanilmaz tatli, bir o kadar da zor zamanlari. Unutmamak icin yazmak istedim.

Bicir bicir konusuyor. 2017 Temmuz’undan beri tam gun yuvaya gidiyor. Uzunca sure ablasiyla ayni siniftaydi, simdi karsilikli siniflardalar ama sik sik onlari ziyarete gidiyormus. Mutfak da iki sinifin tam ortasinda, oraya da rutin ziyaretlerde bulunuyormus. Yemekleri pisiren Fatma Teyzemiz dedi ki, mutfakta onunla oturmayi cok seviyormus. Surekli buzdolabindan birseyler istiyormus, Fatma Hanim da eline havuc, elma, salatalik vb birseyler veriyormus.

Timur kendi basina yemegini yiyor, yaklasik 1bucuk yildir kendi yiyor. Su anda hic yardim etmiyorum bu konuda ona cunku hic ihtiyaci kalmadi. Tuvalet mevzusu tam cozulmedi daha, ama bez takmiyoruz. Eylul’den beri takmiyoruz.

Herseyi konusuyor. Erken sayilabilecek bir yasta konusmaya basladi. Bir yasina bastigi hafta tek basina guzel yuruyordu. O donemde ufak tefek kelimeleri vardi, 2 yasinda fistik gibi konusuyordu. Yumusak ince bir sesi var, surekli konusuyor. Arabada arka koltukta elindeki oyuncaklari konusturuyor, oyuncagi yoksa ellerini konusturuyor. Surekli soru sorarak ve durumu bana onaylatarak konusuyor. Mesela, kuslar uctu gitti di mi anne, inci okula gitti di mi anne, ben yemegimi yedim bay mikrop beni hasta edemez di mi anne?… Bi de agziyla ses efektleri cikarmaya bayiliyor. Mesela “ateeesssss!” diye bagiriyor, carpisma efekti cikariyor. Tukurmeyi cok seviyor. Yerlere yataklara tukururken comelerek o tukurugun uzayip kopmasini izliyor. Malesef burnundan cikanlara karsi da cok sevecen ve ilgili bir tavir sergiliyor 🙂 İnci’ye gore daha hareketli, surekli koltuk tepelerinde, atlayip ziplamakla mesgul. Mesela İnci bebekken yanimdan ayrilip uzaga gitmezdi, hep beni gozlerdi, yamacimda dururdu, Timur basip gidiyor, hatta kaciyor. Baliklara ve balik tutmaya karsi buyuk ilgisi var, evde bir kusak, ip buldu mu hemen onu merdivenden, koltuktan, masadan asagi sarkitarak guya balik tutuyor. Cok duyarli, sevecen, guleryuzlu ve disadonuk bir cocuk. Okulumuz 3 hafta somestr tatili yapti ve ben evde 2 cocuk bir kopekle cok yoruldum, bir de rahatsizlaninca moralim bozuldu ve mutfakta aglamaya basladim, beni aglarken gorunce hemen oyunu birakti, n’oldu anne diye kucagima geldi, gozyaslarimi sildi, beni optu, hastayim dedim ve bana aynen soyle dedi, “annaneyi ara gelsin, dede de gelsin…” Daha 3.yasgununu bile kutlamadik, su hale bakin. Ayni yaslarda İnci de tipki boyle akilli ve duyarliydi. Hala da oyle canim kizim.

Muthis gidik alan bir cocuk hemen kikirdayarak guluyor. Gulusu, kahkahasi, daha ilk bebeklik zamanlarindan beri cok guzel. Hamileligimde ettigim dualar karsiligini buldu, cok guzel bir gulusu, renkli gozleri var. Ve kendisinde bir seytan tuyu var. Herkes ama herkes onu cok seviyor. Yuvanin maskotu adeta, butun cocuklar ve onlarin anneleri babalari Timur’u taniyor.

Cok guzel konusuyor ama bazi harflere dili donmuyor. Mesela k’lar hep t… Kaka degil tata. Telefona hala beyoton diyor, televizyona da beyozon diyor. Tek ayagini sektirerek, ziplar gibi kosuyor, kosarken kahkaha atarak arkasina bakiyor hep, onune bak oglum, diyorum 🙂

Spiderman, helikopter ve robotlari cok seviyor. Oyuncak konusunda hic yonlendirme yapmadim asla, ama o 2bucuk 3 yas gibi kendiliginden top, spiderman, robot, helikopter meraklisi oldu. Arabalara cok merakli degil.

Son zamanlarda gorunmez hirsiz adam diye bir karakter uydurdu, surekli gorunmez hirsiz adamdan kacmamiz gerekiyor. Bir de canavar. Her oyunumuza bir canavar sokusturuyor. Canavarlardan cok korkuyor. Ama İnci de bu yaslarda boyleydi, hatta kabus falan gorurdu. Sonra kendiliginden gecti.

İnci ve Timur arasinda harika bir diyalog var. İnci muhtesem bir abla oldu. Hayallerimin bile otesinde iyi bir abla. Zaten kizim acayip bir karakter onu yaz yaz bitiremem. İcguduleri cok kuvvetli, empati duygusu muthis gelismis, sezgileri kuvvetli, neredeyse telepatik gucleri olan muhtesem bir varlik.

Timur’a donecek olursak, cok hareketli, kendisini hic sakinmiyor, dusmekten falan hic korkusu yok, bosluga birakabiliyor kendisini neredeyse.

İnci su anda tv’ye cok duskun, Timur oyle degil pek.

Timur yaşi geregi, hep yanimda, kucagimda, boynuma sarili ve bana cok duskun. Beni opucuk yagmuruna tutuyor. Tesekkur ederim dersem, rica ederim diyor. Cok kibar 😉 Sut icmeyi cok seviyor, surekli sut iciyor. Dolaptan alip soguk olarak bardak bardak sut iciyor.

neyse aklima geldikce eklerim, simdilik bu kadar, kalkmam lazim…

Günlük kategorisine gönderildi | Timur için yorumlar kapalı

11 Ocak 2018 – Zeynep Aksoy ile Reset

(Cep telefonumdan yaziyorum, turkce karakter ile ilgili kusurlar affola)

Beni en derinden etkileyen hocalarimdan Zeynep Aksoy bu yil bir youtube kanali acti: Zeynep Aksoy ile Reset. Her gece saat 22’de, canli yayinda, ucretsiz meditasyon yaptiriyor. Ben de her gece onunla birikte meditasyon yapiyorum. Her aksam 20 dakika. Beş aşamadan olusan bir meditasyon. Her asamada nefese odaklanmayi kolaylastirmak icin zihne bir oyuncak veriliyor. Detaylar icin kanali takip edebilirsiniz.

Zeynep Hoca bu meditasyonların öncesinde, beşer dakikalik konuşmalar yapıyor. Onlar da epey yol gösterici, kapı aralayıcı.

Meditasyonda vurgulanan, nazikçe ve yargisizca olani biteni izlemek. Yani hareketsiz ve gozler kapali otururken bedendeki hisleri, nefesi, zihinden gecenleri ve disardan gelen uyaranlari; ses, koku, doku, her ne ise, yargisizca gozlemlemek. Ve Zeynep Hoca soruyor: gozlemleyen kim? Bu dusuncelere, hislere tanik olan kim?

Sen kimsin? Bedenim ben degilim, orasi kesin, bunu hepimiz biliyoruz. Zihnim ben miyim acaba? Ben zihnim isem, zihnimin urettigi dusuncelerim, duygularim da ben miyim? Yoksa bu dusunce ve duygulari sessizce, nazikce, yargisizca gozlemleyen mi benim?

Yoga matimin uzerinde yoga yaparken kendimi gozlemliyorum. Zihnimden gecenler soyle; ne zamandir calisiyorsun hala gucsuzsun, hala ust bedenin zayif, calis, daha cok plank ve chaturanga calis… Olmuyor iste, olmuyor! Yapamayacaksin. Senin pratigin bu kadar, omur boyu bu kadarini yapabileceksin.

Sefkatli ve yargisizca 🙂 kendimi gozlemliyorum. Bu yonume, yani kendini surekli elestirip yetersiz bulan bu yonume, sefkatle ve yargisizca tanik oluyorum. Hmm, bugun de boyle demek ki, olsun, bugun de boyle olsun… Fark ediyorum ki boyle gunlerimde yoga bana zevk vermiyor, hatta kendimi, bedenimi incitebiliyorum boyle zamanlarda.

Sonra baska bir gun, yine matin ustunde yogami yaparken, gozlerimi kapatarak yapiyorum tum pratigi ve bir de bakiyorum ki zevk aliyorum, yargisizca ve sefkatle yapiyorum yogami. Bu da ok! Bugun de boyle, diyorum artik.

Su tanik olan ile ozdeslesmek cok kilit bir mevzu. Basina gelen her seyi, olaylari, bu olaylara verdigin tepkileri, duygularini, dusuncelerini, yaptiklarini, yapmadiklarini, hepsini yukardan, yargisizca ve sefkatle izlemek! Tipki bilgisayar oyunu izler gibi. Ben bunlarin hicbirisi degilim. Ne dusuncelerim ben, ne duygularim ben, ne yaptiklarim ettiklerim ben. Ben sadece yukardan izleyenim. Yargilamadan, sefkatle. Mind blowing! Bu cok acayip birsey…


Günlük kategorisine gönderildi | 11 Ocak 2018 – Zeynep Aksoy ile Reset için yorumlar kapalı

26 Temmuz 2017 – Ölüm ve Yaşam Üzerine

(Cep telefonumdan yazilmistir)

Bugun canim arkadasimin annecigini sonsuzluga ugurladik. Kendisine, iki bucuk yil evvel aniden kanser teshisi konulmustu. Alti ay omur bicmislerdi. Hepimiz şoke olmustuk. Ardindan uzucu bir tedavi sureci geldi. Akciger kanseri, beyinde tumor, alzheimer, parkinson ve son olarak kalp krizi… Bir ruh artik ona hizmet etmeyen bedenini birakti ve sonsuzluga, Allah’a, geldigi yere geri döndü.

Bu surec beni de derinden etkiledi. Artik arkadas cevremizde ana babalarimizi kaybetmeye basladik. Ana babalarimiz ise kendi arkadaslarini…

Hissettiklerim cok ilginc. Uzuntu, keder… Evet! Saskinlik, endise, korku… Evet! Ama, bunun yaninda bir huzur, teslimiyet, dinginlik de var ki iste bu garip. Bir ruhun bedenlenmesi ve bu dunyaya dogmasi nasil ki bilinmezlerle dolu, sancili, ama ayni zamanda da muazzam, ayni sekilde ruhun bedeni ve dunyayi terkedisi de oyle.

Dunyada gecirilen sure belki bir goz kirpma kadar ama icinde yasarken hic de oyle gelmiyor insana. Dunyada yasadigimiz olaylar, hissettiklerimiz, dusuncelerimiz, arzularimiz, korkularimiz… Bunlari deneyimlemek ancak bu bedenin icindeysek mumkun. Ama, bedeni bir ceket gibi cikarip kenara koydugumuzda, sonsuzluk denizine dalmak, derin bir huzur ve tamamlanma hissi veriyor olmali ruha…

İcimden gelen his ve okuduklarimi, deneyimlediklerimi kendi suzgecinden geciren aklim da diyor ki, aslinda tek bir ruh var, tek bir enerji… Ve sanki bu Allah. Ama Allah, zaman-mekan perdelerini kullanarak bedenlere nefesler ufluyor. Her bir ruh, sanki ondan ayri bir varlikmis yanilsamasi ile bu dunyada yasamini surdurup, kendi onune konulan ya da kendi sectigi (ki aslinda tek bir ruh, tek bir Allah varsa kendi sectigi demek daha dogru) senaryoyu yasiyor. Kendisini degisik olaylarda olcuyor biciyor, farkli farkli duygulari, dusunceleri, hazzi, aciyi tadiyor ve sonra zaman-mekan perdesi gozlerinden kalkinca, o yine Allah’a, öze, kaynaga donuyor.

Bizim icinde bulundugumuz hal, tam olarak bir yanilsama, illuzyon. Kendini Allah’tan(diger ruhlardan) farkli, baska, tek, ayri gorme hali.

Dini ogretilerde de bunu destekleyen ipuclari yakaliyorum. “Karsindakine kotu soz edersen, kotu muamele edersen, aslinda Allah’a kotu muamele etmis olursun,” vb.

Diyecegim o ki, Yoga yapip ardindan meditasyona oturdugumda kendime hatirlattigim sey su: Tugce, farzet ki simdi odanin tavanina dogru tepede bir yerden, asagida bagdas kurmus oturan bedenine bakiyorsun. Bak kendine, odaya bak, esyalara… Oturmus duran bedenini farket, aklindan gecen dusunceleri izle, hislerine bak, duygularini gor. Seni su anda uzen olaylara, kafani mesgul eden islere… Hepsine tepeden bak. Sen bu beden degilsin. Sen aklindan gecen dusunceler de degilsin. Sen sonsuzluga ait bir ruhsun. Kaynaktan geldin, kaynaga doneceksin. Ezelisin, ebedisin.

Tipki bir bilgisayar oyunu oynarmis gibi, sectigin senaryoyu yasiyorsun. Grafikler harika degil mi? Hersey ne kadar da inandirici. Ama hatirla, bu sadece bir oyun. Dibine kadar yasa, ama bu gercegi de hatirla!

Su andaki hissiyatim, HUZUR!.. Sevgiyle…

 

Günlük kategorisine gönderildi | 26 Temmuz 2017 – Ölüm ve Yaşam Üzerine için yorumlar kapalı

11 Temmuz 2017 – Vegan değil, Bitkisel Beslenme

Okumaya devam et

Günlük kategorisine gönderildi | 11 Temmuz 2017 – Vegan değil, Bitkisel Beslenme için yorumlar kapalı

10 Şubat 2017 – 39 Yaşımla Gelen

Rutin olarak Allah’a sağlık, sıhhat, huzur, mutluluk için dua ederim. Çok şükür ki bunlara genel anlamda da sahibim. Ama birşey var ki, onu dilemekten hep çekindim. İdrak ve aydınlanma. Gerçekleri görebilme. Kalp seviyesinden yaşayabilme.

Neden korkarım bundan? Çünkü, bu yolda başıma neler geleceği bir muamma. Yani, bu seviyeye çıkabilmek için muhakkak ki sınanmak gerekli. İyilikle ya da kötülükle veya her ikisiyle de sınanmak. Malum, ‘hazza yönel, acıdan kaç’ yasası sebebiyle, iyilikle sınanmak kısmına varım da kötülükle sınanmayı istemem. Lakin, nereye kadar kaçabilir ki insan? Yani, idrak ve gerçekleri görmekse eğer yaşamın gayesi, kaç kaç nereye kadar?

Bu sebeple son dönemlerde rutin duama şunları da ekledim:

‘Allah’ım benim idrakimi arttır. Beni iyiliklerle sına.’

İşte bu iki cümle ile önümde kapılar aralandı. Zihnimde dolanan ham düşünceler olgun birer meyve gibi patır patır ayaklarımın dibine dökülmeye başladı.

Etrafımda olan bitenler, karşıma çıkanlar, çıkartılanlar önüme bir yol haritası çiziyor adeta.

İlk olarak, bir önceki yazımda bahsettiğim ve benim için muazzam önemli şeyi idrak ettim: Gönlüme düşenler (yoğun olarak istediklerim) benim kaderim. Fıtratıma uygun şeyleri yapmalıyım. Kaderimle savaşmak yerine, kaderimi gerçekleştirmek için adanmışlıkla çalışmalıyım. Örnek olarak: istemediğim bir kurumsal firmada kariyer yapmaya çabalamak (boşa kürek çekmek) yerine, gönlüme düşen istekleri takip edip, kaderime teslim olmalıyım.

Ve şimdi bir başka önemli idrak gerçekleşti. Bu yazım da onunla ilgili. Bunlar uzun zamandır zihnimi kurcalayan sorulara gelen cevaplar. Başlıyorum:

Çevremizi ve benliğimizi saran şiddet, korku, kaygı, endişe, kendine ve etrafa yabancılaşma hissi, depresyon, acı ve yalnızlık bize ne anlatmaya çalışıyor?…

Bir kısım insan haberleri takip bile edemiyor artık . Çünkü takip ederse hayatına devam edemiyor. Etrafımızda her an yaşanan dehşet verici gerçeklik ile baş edemiyoruz. Gözlerimizi yumduk, kurbanlık koyun gibi, ne olacaksa olsun, diyerek beklemekteyiz. Acı çekiyoruz.

Ben ise uzun süredir detaylı olarak haber takip ediyorum. İnternetten evvel böylesi bir kara haber bombardımanına tutulmuyorduk. Artık her acı olayı, hemen anında öğreniveriyoruz ve bu gerçekten zorlayıcı. Sanki eskiden, kötü olaylar hep uzak ülkelerde olurdu, başka insanların başına gelirdi, masal gibi dinlerdik. Şimdi öyle değil, her an her yerde, en yakınımızda korkunç şeyler oluyor. Savaşlar, kıyımlar, aile içi şiddet, hayvanlara şiddet… Çocuklara, hayvanlara hatta bebeklere tecavüzler. Bu nasıl mümkün olabilir? Bu nasıl mümkün olabilir? Bu nasıl mümkün olabilir? Kendime bunu sorup duruyorum. Bu kadar şiddet nasıl mümkün olabilir? Neden oluyor bunlar? Niye?

Ben soruları sordukça, çeşitli cevaplar gelmeye başladı:

‘Sen neyin iyi, neyin kötü olduğunu bilemezsin, Allah’ın takdiri, iyi ya da kötü olarak yaftalama. Herkes kendi fıtratına göre davranıyor…’

Bu minvalde cevaplar çıktı önüme. Sonra şöyle bir düşünceye vardım:

Allah birse ve Allah’tan gayrı hiçbir şey yoksa, sen ben yoksa, yapan da Allah ve yaptıran da Allah ise, en azından ortada bir adaletsizlik yok, dedim kendi kendime. Yani, sen, ben, o yoksa, sadece Allah varsa, ‘Neden o bebek bu kadar kötü bir hayatın içine doğuyor da diğeri pamuklara sarılarak büyütülüyor, bu ne adaletsizliktir,’ diyemiyoruz. O bebek de, bu bebek de bir hayalden ibaret, herşey ve herkes Allah.

Oh, burda bir rahatladım ben. Tamam, adaletsizlik yok, dedim.

Lakin, acı var, şiddet var, dehşet verici kötülükler var. Depresyon yaşamış olanlar bilir, kendine ve etrafına yabancılaşma diye bir his var. Bu yoğun şiddet bize neyi göstermeye çalışıyor.

Ve tınn! bir idrak anı daha.

Şiddeti doğuran biziz. Biz yoğun bir biçimde etrafımıza şiddet uyguladığımız için, o şiddet yine dönüp bizi buluyor.

Şimdi duyar gibiyim:

‘Ne ben mi, yok canım, sinirlenip masaya, kapıya vurmuşluğum var, ama bir karıncayı bile incitmedim hayatımda…’

Sana soruyorum: ‘Emin misin?’

Arkadaşlar, ben de böyle sanıyordum. Ben de, hatalarım var ama kimseye şiddet uygulamıyorum, sanıyordum. Yanılmışım.

Meğer ben, dünya tarihinin gördüğü en organize, sistemli ve yoğun şiddet eylemini her gün defalarca kez destekliyormuşum.

Nasıl mı? Hayvansal ürünler yiyerek, içerek, tüketerek.

‘Ha bu muydu, bir uçuk vegan olma hikayesi daha mı dinleyeceğiz?’ dediğinizi duyar gibiyim. Ben de hep aynı şeyi söyler dururdum. Ne vakit ki dualarıma, ‘Allah’ım gerçekleri idrak etmemi sağla,’ cümlesini ekledim, bir hafta içinde tık tık tık olaylar, tesadüfler üstüste geldi ve ben idrak ettim.

İslam’da Allah hayvanları bizim için yarattı, diye öğreniyoruz. Kurban Bayramımız bile var. Doğru benim de savım hep buydu, doğanın dengesi bu, hayvanlar da avlanıyorlar. Ancak, yine İslam’da Allah herhangi bir canlıya eziyet etmekten bizi men ediyor. Biz de hayvanları İslami şartlara uygun olarak kesiyoruz. Gözlerini bağlıyoruz, en az acı hissedeceği şekilde kesiyoruz.

Öyle mi? Değil işte.

Biz sadece kendimizi kandırıyoruz. Dünyadaki insan nüfusu çok yüksek, hayvansal gıda tüketimi ihtiyacımızın çok çok çok üstünde. Ve bu ihtiyacı karşılamak üzere mezbahalarda canlılara akıl almaz yoğunlukta şiddet uygulanıyor. Biz de her gün hayvansal gıda tüketerek bu şiddete ortak oluyoruz. Onların hücrelerine, dokularına kaydedilen acıyı, şiddeti, onları yiyerek kendi bedenlerimizin içerisine davet ediyoruz.

Başka canlılara bu denli sistemli, yoğun şiddet uygulayarak bu dünyada ya da öte dünyada nasıl mutlu, huzurlu olmayı umabiliriz ki?

Mezbahalarda hayvanlara yaşatılan şiddet ile ilgili belgeseller var. Ben bunları izlemekten hep kaçtım. Çünkü görmeye katlanamam, en iyisi bilmemek, gözlerimi yummak dedim. Fakat, dualarım sonrası kucağıma düşen bir kitabı okudum. Okumak izlemekten daha kolay oldu.

Ve karar verdim. Yeni yaşımla beraber, kalan ömrümü bir VEGAN olarak geçirmeye niyet ettim. Aslında, böyle sıfatlarla kendimi tanımlamayı sevmiyorum. Hem kavramlar herkes tarafından farklı algılanabiliyor, hem de kendini bu tip sıfatlarla etiketlemek sanki kişiyi bütünden ayırıp, bir gruba hapsetmiş oluyor. Yani ayrımcılık ve çatışma yaratıyor. Şöyle diyelim, hayvansal gıda tüketmemek için elimden geleni yapacağım. Umarım bunu başarabilirim. Çünkü bu yolun benim için en doğru yol olduğuna yürekten inandım.

Birkaç gün sonra 39 yaşıma basıyorum. Benim için doğru zaman buymuş… İnanıyorum ki herkes bir gün vegan olacak ve Dünya’mız kurtulacak. Ama herşey kendi zamanında olur, ne bir gün evvel, ne bir gün sonra!

 

 

Günlük kategorisine gönderildi | 10 Şubat 2017 – 39 Yaşımla Gelen için yorumlar kapalı

23 Ocak 2017 – Kadercilik ve Yeni Dünya Öğretileri Üzerine

Kader var mıdır, yok mudur? Geleceğimizi biz mi belirliyoruz, yoksa herşey zaten belli mi? Cüz-i irade var mı, yok mu? Dinimizdeki kadercilik anlayışı, yeni dünya öğretilerindeki “sen yaratıcısın, zihninde yarattığın gerçek olur, söz büyüdür vb.” inançlarla taban tabana zıt mı?

Bu konu üzerine yazıldı mı, çizildi mi, bilmiyorum? Mutlaka yazılmıştır. Benim karşıma çıkmadı. Ancak, yakın dönemde bu konuda ani bir idrak oluştu bende. Zihnimde bir ampul yanıverdi adeta.

Ben zihnin yaratıcı gücüne inanıyorum, çünkü deniyorum ve oluyor. İsteklerimi zihnimde canlandırıyorum, olmuş gibi şükrediyorum, bunları yazıyorum bir kenara ve hop, tam da tarif ettiğim haliyle gerçekleşiveriyor. Bir değil, iki değil, çok defalar başıma geldi. O kadar ki, artık şüphe bile etmiyorum. Gerçekten çok istediğim şeyler gerçek oluyor. AMA… bazı isteklerime kavuşmak için, zihnimde görselleme, olmuş gibi kağıtlara yazıp şükretme, isteklerimin resimlerini çizip duvarıma asma gibi çalışmalar yapabilirken, benim için iyi olacağına inandığım diğer bazı isteklerim için ise kılımı bile kıpırdatamıyorum. Hatta, bu istediğimi sandığım şeylere kavuşmak üzere elime fırsatlar geçtiğinde, karnıma ağrılar giriyor ve ne yapıp edip, bu fırsatları tepiyorum.

Ne garip, değil mi? Örneğin, bir çocuk sahibi olmak isteğim o kadar net ve kuvvetliydi ki, adeta vücudumun her bir zerresi ile çocuk istiyordum. Hatta, sanki kalbimin orta yerinde göğüs kafesimde kocaman bir delik vardı ve bu deliği ancak bir çocuk doldurabilecekti. İlk çocuk için biraz uğraşmamız gerekti, yardım alarak çocuk sahibi olabildik. Bu iş uzadıkça benim isteğim de katmerleniyordu. Bu isteğime kavuşmak için tam iki yıl boyunca her türlü zihin egzersizini yaptım. Her sabah işe giderken yarım saat erken uyandım, her sabah yolumun üstünde bir pastanede oturup yarım saat boyunca defterime, bir çocuğum olduğu için şükürler olsun Allah’ım, diye yazdım. İki yıl, her sabah… Kaç defter dolusu yazdım, en az üç dört… Çocuğumun saç rengini, göz rengini hayal ettim, suratını görselledim… Henüz ortada olmayan çocuğumun geleceği için, kaderinin güzel, sağlığının yerinde olması için dualar ettim. Ve en nihayetinde kızıma kavuştum, çok şükür.

Ama, bir başka isteğim için bunların hiçbirisini yapmak gelmedi içimden. Yok, zilç, ı-ıh olmuyor… Kendimi zorluyorum ama yok, olmuyor, dua bile edemiyorum bu iş için.

İşte aydınlanma bu farkındalıkla oluştu. Allah benim gönlüme bazı istekleri düşürmüş ve bunlar benim kaderim. Bu istekler o kadar güçlü ki, zihin gücümle onları olduruyorum. İste, vereyim, demiş Allah. Fakat, bazı istekler de gönlüme düşmemiş. Örneğin, toplumun, ailemin, eğitim hayatımın tüm yönlendirmelerine karşın, istediğimi zannettiğim kurumsal bir firmada yüksek kariyer yapmak, aslında benim gönlüme/kaderime yazılmamış. Bu sadece dışardan bir dayatma bana, istediğimi zannediyorum, ama özümde istemiyorum. Bu nedenle, bu sözde isteğim için dua bile edemiyorum. Geçtim dua etmeyi, bana kurumsal bir firmadan, yüksek bir pozisyon teklifi geldiğinde karnıma ağrılar giriyor ve illa ki bu işi reddediyorum.

Kısacası, çok ama çok istediğimiz şeyler aslında zaten bizim kaderimize yazılmış. Bunlar kaderimize yazılmış olduğu için bunları çok istiyoruz ve bu yoğun istek enerjisi ile de onları hayatımıza çekiyoruz.

Bu idrake varmak neden bu kadar zamanımı aldı? Uzunca bir süre, toplumun bana dayattıklarını ben de istiyorum zannettim. Yine kariyer örneğinden gidecek olursak, aslında yüksek kariyer yapmayı ben kendim istiyorum sandım. İstemesine istiyorum da yükselmekle ilgili korkularım var ve bu korkuların üzerine gitmeliyim, diye inandım. Ancak, zaman içerisinde bunun korku ile, tembellik ile bir ilgisi olmadığını, sadece böyle bir isteğe, özümde sahip olmadığımı anladım. Nasıl mı? Son ayrıldığım işimi gerçekten çok seviyordum, bu işte uzunca süredir çalışıyordum ve üstelik işimi iyi de yapıyordum. Belki koşullar gereği henüz terfi almamıştım ancak, bir müdür yetki ve sorumlulukları ile çalışıyordum. Gördüm ki, iyi bir iş çıkarabiliyordum, kısacası bir korkum falan yoktu. Ama, her gün işten ayrıldığımı hayal ediyordum. Neden, niye? Çünkü, bu benim kaderim değildi. Beni heyecanlandıran başka bir yol vardı. Toplumun bana dayattığı bu yolu başarı ile yürüyordum ama bedenimin her zerresi, ruhum, aklım, kalbim beni bu diğer yola çekiyordu. Bu çekim o kadar güçlüydü ki, buna karşı durmak imkansızdı. Kaderim (gönlüme düşmüş olan bu arzu) beni çağırıyordu…

Ben her gün sağlık ve huzur istiyorum Allah’tan. Her insan bunu ister değil mi? HAYIR! Her insan bunu istemiyor. Huzur istemeyen insan var, tanıyorum. Huzuru sıkıcı buluyor, heyecan istiyor, macera istiyor, inişler ve çıkışlar istiyor, duygularını uçlarda yaşamak, bunu deneyimlemek istiyor. Kurban psikolojisinde olan bazı insanlar da üzüntüyü, acıyı, talihsiz olayları deneyimlemek istiyorlar. (Elbette her acıyı istedik de hayatımıza çektik demiyorum. Büyük acılar yaşayanlar var, bunu istemiş olamazlar. Orada başka bir evrensel yasa devreye giriyor olmalı… üstüne düşünmek lazım)

İşte böyle sevgili okur. Geldiğim noktada şunu söyleyebilirim ki, kader var ve kader aslında senin gönlüne ekilmiş istek tohumlarından ibaret. Şu durumda, çekim yasası diye birşey de var. Yani, isteklerini hayatına çekebiliyorsun. Ama, önemli nokta şu ki, sadece gönlüne ekilmiş olanı, alnına yazılmış olanı isteyebiliyorsun. İlginç değil mi? Seni yaratıcı/küçük bir Tanrı ilan eden yeni dünya öğretileri ile seni aciz bir kul olarak gören dini öğretiler aslında aynı şeyi söylüyor. Şu durumda aciz bir kul muyuz, yoksa kudretli bir yaratıcı mıyız? İşte bu noktada, “Allah birdir” ne demek, bunun üzerine düşünmek lazım. Allah bir ise, sonsuz ise, herşeyi kapsayan ise Allah’tan başka hiçbir şey yok demektir. Sen yok, ben yok, sadece Allah var. Yani, hem kudretli yaratıcısın hem de aciz bir kul. Hayırlı olsun 🙂

 

Günlük kategorisine gönderildi | 23 Ocak 2017 – Kadercilik ve Yeni Dünya Öğretileri Üzerine için yorumlar kapalı

9 Aralık 2016 – Bir Yılı Daha Devirirken Son Beş Yıl Hesaplaşmaları

Yine geldik bir yılın sonuna. Ve pek tabii ki biten yıl ile hesaplaşma yapmaya.

Bu yıl ülkemiz ve dünya adına acı veren olaylarla dolu bir yıldı. Kendi adıma ise çocuklarım ve evdeki sorumluluklarıma gömülerek geçirdiğim son derece yoğun, bazen gülmeli, bazen ağlamalı ama genel olarak iyi bir yıldı.

Şunu not etmiş olayım, yurt dışına taşınma mevzusuna noktayı koyduk. İngiltere’ye başvurmadık (Brexit nedeniyle), Irlanda’dada görüştüğümüz şirketten olumlu bir geri dönüş alamadık. Amerika’yı ya da Avrupa’da başka bir ülkeyi de zaten hiç düşünmemiştik. Bir Kanada vardı aklımızda, ama ailelerimize bu kadar uzak olmayı istemedik. Artık onlar yaşlanıyorlar ve bize tam ihtiyaç duyacakları dönemde başka kıtalara yerleşmek doğru gelmedi bize.

Kafamız netleşince içimiz de rahatladı. Evimizde yapılacak işler vardı, onları yapmaya başladık. Osman işlerine dört elle sarılmış durumda. İnci’miz devam ettiği yuvasından çok memnun. Ona uygun ve evimize çok yakın harika bir ilkokul da bulduk ve önkaydımızı da yaptırdık. İnci’mizi Türkiye’nin en iyi klüplerinden birinde yüzmeye yazdırdık. Ben uzun zamandır istediğim bir yoga eğitimine başladım (Banu Çadırcı ile Yoga Terapi). Timur’un yuvaya başlamasına son bir yıl kaldı. Onu da yuvaya verdikten sonra kendi işim için neler yapabileceğim konusunda düşünüyorum ve güzel fikirlerim var. Kısacası umarım işler rayına oturuyor.

Son beş yıla baktığımda ise, iyi ki İnci’nin doğumu ile beraber işten ayrılmışım, diyorum. Herkes aynı şeyi diyemeyebilir, ama bizim aile dinamiklerimizde yapılması gereken buydu ve çok da iyi oldu. Hala böyle bir kararı nasıl adığımı, memnun olup olmadığımı, kendisine ne önerebileceğimi soranlar oluyor. Biraz klişe bir yanıt olacak ama gerçekten öyle, her kadın farklı, her erkek farklı, her ailenin dinamikleri farklı. Ben kendi kararımı nasıl verdim ve ne ile karşılaştım kısaca özetlersek:

1- Kalbim kesinlikle işten çıkmamı ve çocuğuma kendim bakmamı emretti. Bu çok ama çok yoğun bir duygu, anlatılmaz yaşanır.

2- Çok şükür ki eşim de benimle aynı arzudaydı ve aynı zamanda da maddi olarak ailemizin yükünü taşıyabildi. Bundan kastım şu: ailemizin sağlık, eğitim, sosyal aktivite ve sair giderlerini karşılayabilecek parayı kazanmak için gayret gösterdi ve bunu başardı. Elbette ikimiz de birçok şeyden feragat ettik, örneğin modaya uygun giysiler, pahalı tatiller, gece çıkmalar vb. Ama, bunu isteyerek yaptık, kahrederek değil. Her gün bu düzeni sürdürebildiğimize şükrederek.

3- Zarar, fayda analizi yaptığımızda benim çalışıyor olmam (özellikle çocukların 0-3 yaş dönemi için) ailemize faydadan çok zarar getirecekti. İşten ayrıldığım dönem kazanmakta olduğum para, evden uzakta olacağım saatler ve bakıcı parasını düşünürsek gerçek bu idi. Aynı zamanda, eşim benim yokluğumu kapatabilecek biri de değildi. Yani çocuklara sabır ve şevkat göstermek gibi konularda ben ondan daha iyiyim, doğruya doğru. Tabii ki benim de kötü günlerim oluyor ama genel olarak diyorum.

Peki sonuç ne oldu:

1- Ben anneliğimi doya doya yaşadım, çocuklarımla sağlam bir bağ kurabildim (umarım)…

2- Kendimle ilgili birçok şey öğrendim, değiştim, olgunlaştım, büyüdüm.

3-İlgi duyduğum bir başka alana yönelmek için bu dönemi değerlendirebildim. Çalışma hayatım boyunca biriktirdiklerimin bir kısmını yoga eğitimleri almak üzere kullandım. Eğitimlerime de devam etmeyi planlıyorum.

4- Ara ara iniş çıkışlar yaşamış olsam da genel olarak kurban psikolojisine girmemeyi başardım. Bakın kilit nokta bu. Tam zamanlı annelik kendini kurban psikolojisine kaptırmak için son derece güzel zemin hazırlıyor. Zira çoğunlukla yorgun, bitkin, bakımsız oluyorsun ve kendine ayıracak hemen hiç vaktin olmuyor. İşte böyle zamanlarda, ben sizler için saçımı süpürge ettim, moduna geçmemek, tüm bunları deneyimlemeyi kendinin istediğini hem de çok istediğini hatırlamak önemli. Niye mi? Çünkü, aksi taktirde yani kendini kurban olarak gördüğünde mutsuz, güçsüz ve kin dolu oluyorsun. Oysa ki sen bu yola mutlu, güçlü bir kadın ve iyi bir anne olmak için çıkmıştın. Bu psikolojiye kendini kaptıracaksan, sakın ha böyle bir seçim yapma, en iyisi işini gücünü hiç bırakma. Tabii ki ara ara gel gitler yaşıyorum, robot değiliz sonuçta ama hemen toparlıyorum kendimi, özüme dönüyorum.

Ve son olarak, şimdi ne olacak:

Bu da yine eşimle benim ortak görüşümüz. Ve yine kendi aile dinamiklerimiz ve benim kendi kişiliğim gözününde bulundurularak alınmış bir karar. Timur’u 2.5 yaşında yuvaya vereceğiz inşallah. Ben o zamana kadar eğitimlerime devam edeceğim. Onu yuvaya verince bir de Pilates eğitmenlik eğitimi alacağım. Ardından çalışma hayatına geri döneceğim. Çünkü çocuklarım gün içerisinde evde olmayacaklar. Ve ben de yine yeniden çalışmayı, üretmeyi çoktan haketmiş olacağım. Elbette şu son beş yıldır kendimi geliştirmekte olduğum yoga (ardından pilates) ve sağlıklı yaşam konularında çalışacağım inşallah.

Bu kritik adımı da atabilirsem gönlüm son derece rahat olacak. Hepimiz için harika bir yıl olsun 2017. Benim bu yıldan beklentilerim çok fazla 🙂

İngiltere Günlüğü kategorisine gönderildi | 9 Aralık 2016 – Bir Yılı Daha Devirirken Son Beş Yıl Hesaplaşmaları için yorumlar kapalı