Rutin olarak Allah’a sağlık, sıhhat, huzur, mutluluk için dua ederim. Çok şükür ki bunlara genel anlamda da sahibim. Ama birşey var ki, onu dilemekten hep çekindim. İdrak ve aydınlanma. Gerçekleri görebilme. Kalp seviyesinden yaşayabilme.
Neden korkarım bundan? Çünkü, bu yolda başıma neler geleceği bir muamma. Yani, bu seviyeye çıkabilmek için muhakkak ki sınanmak gerekli. İyilikle ya da kötülükle veya her ikisiyle de sınanmak. Malum, ‘hazza yönel, acıdan kaç’ yasası sebebiyle, iyilikle sınanmak kısmına varım da kötülükle sınanmayı istemem. Lakin, nereye kadar kaçabilir ki insan? Yani, idrak ve gerçekleri görmekse eğer yaşamın gayesi, kaç kaç nereye kadar?
Bu sebeple son dönemlerde rutin duama şunları da ekledim:
‘Allah’ım benim idrakimi arttır. Beni iyiliklerle sına.’
İşte bu iki cümle ile önümde kapılar aralandı. Zihnimde dolanan ham düşünceler olgun birer meyve gibi patır patır ayaklarımın dibine dökülmeye başladı.
Etrafımda olan bitenler, karşıma çıkanlar, çıkartılanlar önüme bir yol haritası çiziyor adeta.
İlk olarak, bir önceki yazımda bahsettiğim ve benim için muazzam önemli şeyi idrak ettim: Gönlüme düşenler (yoğun olarak istediklerim) benim kaderim. Fıtratıma uygun şeyleri yapmalıyım. Kaderimle savaşmak yerine, kaderimi gerçekleştirmek için adanmışlıkla çalışmalıyım. Örnek olarak: istemediğim bir kurumsal firmada kariyer yapmaya çabalamak (boşa kürek çekmek) yerine, gönlüme düşen istekleri takip edip, kaderime teslim olmalıyım.
Ve şimdi bir başka önemli idrak gerçekleşti. Bu yazım da onunla ilgili. Bunlar uzun zamandır zihnimi kurcalayan sorulara gelen cevaplar. Başlıyorum:
Çevremizi ve benliğimizi saran şiddet, korku, kaygı, endişe, kendine ve etrafa yabancılaşma hissi, depresyon, acı ve yalnızlık bize ne anlatmaya çalışıyor?…
Bir kısım insan haberleri takip bile edemiyor artık . Çünkü takip ederse hayatına devam edemiyor. Etrafımızda her an yaşanan dehşet verici gerçeklik ile baş edemiyoruz. Gözlerimizi yumduk, kurbanlık koyun gibi, ne olacaksa olsun, diyerek beklemekteyiz. Acı çekiyoruz.
Ben ise uzun süredir detaylı olarak haber takip ediyorum. İnternetten evvel böylesi bir kara haber bombardımanına tutulmuyorduk. Artık her acı olayı, hemen anında öğreniveriyoruz ve bu gerçekten zorlayıcı. Sanki eskiden, kötü olaylar hep uzak ülkelerde olurdu, başka insanların başına gelirdi, masal gibi dinlerdik. Şimdi öyle değil, her an her yerde, en yakınımızda korkunç şeyler oluyor. Savaşlar, kıyımlar, aile içi şiddet, hayvanlara şiddet… Çocuklara, hayvanlara hatta bebeklere tecavüzler. Bu nasıl mümkün olabilir? Bu nasıl mümkün olabilir? Bu nasıl mümkün olabilir? Kendime bunu sorup duruyorum. Bu kadar şiddet nasıl mümkün olabilir? Neden oluyor bunlar? Niye?
Ben soruları sordukça, çeşitli cevaplar gelmeye başladı:
‘Sen neyin iyi, neyin kötü olduğunu bilemezsin, Allah’ın takdiri, iyi ya da kötü olarak yaftalama. Herkes kendi fıtratına göre davranıyor…’
Bu minvalde cevaplar çıktı önüme. Sonra şöyle bir düşünceye vardım:
Allah birse ve Allah’tan gayrı hiçbir şey yoksa, sen ben yoksa, yapan da Allah ve yaptıran da Allah ise, en azından ortada bir adaletsizlik yok, dedim kendi kendime. Yani, sen, ben, o yoksa, sadece Allah varsa, ‘Neden o bebek bu kadar kötü bir hayatın içine doğuyor da diğeri pamuklara sarılarak büyütülüyor, bu ne adaletsizliktir,’ diyemiyoruz. O bebek de, bu bebek de bir hayalden ibaret, herşey ve herkes Allah.
Oh, burda bir rahatladım ben. Tamam, adaletsizlik yok, dedim.
Lakin, acı var, şiddet var, dehşet verici kötülükler var. Depresyon yaşamış olanlar bilir, kendine ve etrafına yabancılaşma diye bir his var. Bu yoğun şiddet bize neyi göstermeye çalışıyor.
Ve tınn! bir idrak anı daha.
Şiddeti doğuran biziz. Biz yoğun bir biçimde etrafımıza şiddet uyguladığımız için, o şiddet yine dönüp bizi buluyor.
Şimdi duyar gibiyim:
‘Ne ben mi, yok canım, sinirlenip masaya, kapıya vurmuşluğum var, ama bir karıncayı bile incitmedim hayatımda…’
Sana soruyorum: ‘Emin misin?’
Arkadaşlar, ben de böyle sanıyordum. Ben de, hatalarım var ama kimseye şiddet uygulamıyorum, sanıyordum. Yanılmışım.
Meğer ben, dünya tarihinin gördüğü en organize, sistemli ve yoğun şiddet eylemini her gün defalarca kez destekliyormuşum.
Nasıl mı? Hayvansal ürünler yiyerek, içerek, tüketerek.
‘Ha bu muydu, bir uçuk vegan olma hikayesi daha mı dinleyeceğiz?’ dediğinizi duyar gibiyim. Ben de hep aynı şeyi söyler dururdum. Ne vakit ki dualarıma, ‘Allah’ım gerçekleri idrak etmemi sağla,’ cümlesini ekledim, bir hafta içinde tık tık tık olaylar, tesadüfler üstüste geldi ve ben idrak ettim.
İslam’da Allah hayvanları bizim için yarattı, diye öğreniyoruz. Kurban Bayramımız bile var. Doğru benim de savım hep buydu, doğanın dengesi bu, hayvanlar da avlanıyorlar. Ancak, yine İslam’da Allah herhangi bir canlıya eziyet etmekten bizi men ediyor. Biz de hayvanları İslami şartlara uygun olarak kesiyoruz. Gözlerini bağlıyoruz, en az acı hissedeceği şekilde kesiyoruz.
Öyle mi? Değil işte.
Biz sadece kendimizi kandırıyoruz. Dünyadaki insan nüfusu çok yüksek, hayvansal gıda tüketimi ihtiyacımızın çok çok çok üstünde. Ve bu ihtiyacı karşılamak üzere mezbahalarda canlılara akıl almaz yoğunlukta şiddet uygulanıyor. Biz de her gün hayvansal gıda tüketerek bu şiddete ortak oluyoruz. Onların hücrelerine, dokularına kaydedilen acıyı, şiddeti, onları yiyerek kendi bedenlerimizin içerisine davet ediyoruz.
Başka canlılara bu denli sistemli, yoğun şiddet uygulayarak bu dünyada ya da öte dünyada nasıl mutlu, huzurlu olmayı umabiliriz ki?
Mezbahalarda hayvanlara yaşatılan şiddet ile ilgili belgeseller var. Ben bunları izlemekten hep kaçtım. Çünkü görmeye katlanamam, en iyisi bilmemek, gözlerimi yummak dedim. Fakat, dualarım sonrası kucağıma düşen bir kitabı okudum. Okumak izlemekten daha kolay oldu.
Ve karar verdim. Yeni yaşımla beraber, kalan ömrümü bir VEGAN olarak geçirmeye niyet ettim. Aslında, böyle sıfatlarla kendimi tanımlamayı sevmiyorum. Hem kavramlar herkes tarafından farklı algılanabiliyor, hem de kendini bu tip sıfatlarla etiketlemek sanki kişiyi bütünden ayırıp, bir gruba hapsetmiş oluyor. Yani ayrımcılık ve çatışma yaratıyor. Şöyle diyelim, hayvansal gıda tüketmemek için elimden geleni yapacağım. Umarım bunu başarabilirim. Çünkü bu yolun benim için en doğru yol olduğuna yürekten inandım.
Birkaç gün sonra 39 yaşıma basıyorum. Benim için doğru zaman buymuş… İnanıyorum ki herkes bir gün vegan olacak ve Dünya’mız kurtulacak. Ama herşey kendi zamanında olur, ne bir gün evvel, ne bir gün sonra!