23 Ocak 2017 – Kadercilik ve Yeni Dünya Öğretileri Üzerine

Kader var mıdır, yok mudur? Geleceğimizi biz mi belirliyoruz, yoksa herşey zaten belli mi? Cüz-i irade var mı, yok mu? Dinimizdeki kadercilik anlayışı, yeni dünya öğretilerindeki “sen yaratıcısın, zihninde yarattığın gerçek olur, söz büyüdür vb.” inançlarla taban tabana zıt mı?

Bu konu üzerine yazıldı mı, çizildi mi, bilmiyorum? Mutlaka yazılmıştır. Benim karşıma çıkmadı. Ancak, yakın dönemde bu konuda ani bir idrak oluştu bende. Zihnimde bir ampul yanıverdi adeta.

Ben zihnin yaratıcı gücüne inanıyorum, çünkü deniyorum ve oluyor. İsteklerimi zihnimde canlandırıyorum, olmuş gibi şükrediyorum, bunları yazıyorum bir kenara ve hop, tam da tarif ettiğim haliyle gerçekleşiveriyor. Bir değil, iki değil, çok defalar başıma geldi. O kadar ki, artık şüphe bile etmiyorum. Gerçekten çok istediğim şeyler gerçek oluyor. AMA… bazı isteklerime kavuşmak için, zihnimde görselleme, olmuş gibi kağıtlara yazıp şükretme, isteklerimin resimlerini çizip duvarıma asma gibi çalışmalar yapabilirken, benim için iyi olacağına inandığım diğer bazı isteklerim için ise kılımı bile kıpırdatamıyorum. Hatta, bu istediğimi sandığım şeylere kavuşmak üzere elime fırsatlar geçtiğinde, karnıma ağrılar giriyor ve ne yapıp edip, bu fırsatları tepiyorum.

Ne garip, değil mi? Örneğin, bir çocuk sahibi olmak isteğim o kadar net ve kuvvetliydi ki, adeta vücudumun her bir zerresi ile çocuk istiyordum. Hatta, sanki kalbimin orta yerinde göğüs kafesimde kocaman bir delik vardı ve bu deliği ancak bir çocuk doldurabilecekti. İlk çocuk için biraz uğraşmamız gerekti, yardım alarak çocuk sahibi olabildik. Bu iş uzadıkça benim isteğim de katmerleniyordu. Bu isteğime kavuşmak için tam iki yıl boyunca her türlü zihin egzersizini yaptım. Her sabah işe giderken yarım saat erken uyandım, her sabah yolumun üstünde bir pastanede oturup yarım saat boyunca defterime, bir çocuğum olduğu için şükürler olsun Allah’ım, diye yazdım. İki yıl, her sabah… Kaç defter dolusu yazdım, en az üç dört… Çocuğumun saç rengini, göz rengini hayal ettim, suratını görselledim… Henüz ortada olmayan çocuğumun geleceği için, kaderinin güzel, sağlığının yerinde olması için dualar ettim. Ve en nihayetinde kızıma kavuştum, çok şükür.

Ama, bir başka isteğim için bunların hiçbirisini yapmak gelmedi içimden. Yok, zilç, ı-ıh olmuyor… Kendimi zorluyorum ama yok, olmuyor, dua bile edemiyorum bu iş için.

İşte aydınlanma bu farkındalıkla oluştu. Allah benim gönlüme bazı istekleri düşürmüş ve bunlar benim kaderim. Bu istekler o kadar güçlü ki, zihin gücümle onları olduruyorum. İste, vereyim, demiş Allah. Fakat, bazı istekler de gönlüme düşmemiş. Örneğin, toplumun, ailemin, eğitim hayatımın tüm yönlendirmelerine karşın, istediğimi zannettiğim kurumsal bir firmada yüksek kariyer yapmak, aslında benim gönlüme/kaderime yazılmamış. Bu sadece dışardan bir dayatma bana, istediğimi zannediyorum, ama özümde istemiyorum. Bu nedenle, bu sözde isteğim için dua bile edemiyorum. Geçtim dua etmeyi, bana kurumsal bir firmadan, yüksek bir pozisyon teklifi geldiğinde karnıma ağrılar giriyor ve illa ki bu işi reddediyorum.

Kısacası, çok ama çok istediğimiz şeyler aslında zaten bizim kaderimize yazılmış. Bunlar kaderimize yazılmış olduğu için bunları çok istiyoruz ve bu yoğun istek enerjisi ile de onları hayatımıza çekiyoruz.

Bu idrake varmak neden bu kadar zamanımı aldı? Uzunca bir süre, toplumun bana dayattıklarını ben de istiyorum zannettim. Yine kariyer örneğinden gidecek olursak, aslında yüksek kariyer yapmayı ben kendim istiyorum sandım. İstemesine istiyorum da yükselmekle ilgili korkularım var ve bu korkuların üzerine gitmeliyim, diye inandım. Ancak, zaman içerisinde bunun korku ile, tembellik ile bir ilgisi olmadığını, sadece böyle bir isteğe, özümde sahip olmadığımı anladım. Nasıl mı? Son ayrıldığım işimi gerçekten çok seviyordum, bu işte uzunca süredir çalışıyordum ve üstelik işimi iyi de yapıyordum. Belki koşullar gereği henüz terfi almamıştım ancak, bir müdür yetki ve sorumlulukları ile çalışıyordum. Gördüm ki, iyi bir iş çıkarabiliyordum, kısacası bir korkum falan yoktu. Ama, her gün işten ayrıldığımı hayal ediyordum. Neden, niye? Çünkü, bu benim kaderim değildi. Beni heyecanlandıran başka bir yol vardı. Toplumun bana dayattığı bu yolu başarı ile yürüyordum ama bedenimin her zerresi, ruhum, aklım, kalbim beni bu diğer yola çekiyordu. Bu çekim o kadar güçlüydü ki, buna karşı durmak imkansızdı. Kaderim (gönlüme düşmüş olan bu arzu) beni çağırıyordu…

Ben her gün sağlık ve huzur istiyorum Allah’tan. Her insan bunu ister değil mi? HAYIR! Her insan bunu istemiyor. Huzur istemeyen insan var, tanıyorum. Huzuru sıkıcı buluyor, heyecan istiyor, macera istiyor, inişler ve çıkışlar istiyor, duygularını uçlarda yaşamak, bunu deneyimlemek istiyor. Kurban psikolojisinde olan bazı insanlar da üzüntüyü, acıyı, talihsiz olayları deneyimlemek istiyorlar. (Elbette her acıyı istedik de hayatımıza çektik demiyorum. Büyük acılar yaşayanlar var, bunu istemiş olamazlar. Orada başka bir evrensel yasa devreye giriyor olmalı… üstüne düşünmek lazım)

İşte böyle sevgili okur. Geldiğim noktada şunu söyleyebilirim ki, kader var ve kader aslında senin gönlüne ekilmiş istek tohumlarından ibaret. Şu durumda, çekim yasası diye birşey de var. Yani, isteklerini hayatına çekebiliyorsun. Ama, önemli nokta şu ki, sadece gönlüne ekilmiş olanı, alnına yazılmış olanı isteyebiliyorsun. İlginç değil mi? Seni yaratıcı/küçük bir Tanrı ilan eden yeni dünya öğretileri ile seni aciz bir kul olarak gören dini öğretiler aslında aynı şeyi söylüyor. Şu durumda aciz bir kul muyuz, yoksa kudretli bir yaratıcı mıyız? İşte bu noktada, “Allah birdir” ne demek, bunun üzerine düşünmek lazım. Allah bir ise, sonsuz ise, herşeyi kapsayan ise Allah’tan başka hiçbir şey yok demektir. Sen yok, ben yok, sadece Allah var. Yani, hem kudretli yaratıcısın hem de aciz bir kul. Hayırlı olsun 🙂

 

Günlük kategorisine gönderildi | 23 Ocak 2017 – Kadercilik ve Yeni Dünya Öğretileri Üzerine için yorumlar kapalı

9 Aralık 2016 – Bir Yılı Daha Devirirken Son Beş Yıl Hesaplaşmaları

Yine geldik bir yılın sonuna. Ve pek tabii ki biten yıl ile hesaplaşma yapmaya.

Bu yıl ülkemiz ve dünya adına acı veren olaylarla dolu bir yıldı. Kendi adıma ise çocuklarım ve evdeki sorumluluklarıma gömülerek geçirdiğim son derece yoğun, bazen gülmeli, bazen ağlamalı ama genel olarak iyi bir yıldı.

Şunu not etmiş olayım, yurt dışına taşınma mevzusuna noktayı koyduk. İngiltere’ye başvurmadık (Brexit nedeniyle), Irlanda’dada görüştüğümüz şirketten olumlu bir geri dönüş alamadık. Amerika’yı ya da Avrupa’da başka bir ülkeyi de zaten hiç düşünmemiştik. Bir Kanada vardı aklımızda, ama ailelerimize bu kadar uzak olmayı istemedik. Artık onlar yaşlanıyorlar ve bize tam ihtiyaç duyacakları dönemde başka kıtalara yerleşmek doğru gelmedi bize.

Kafamız netleşince içimiz de rahatladı. Evimizde yapılacak işler vardı, onları yapmaya başladık. Osman işlerine dört elle sarılmış durumda. İnci’miz devam ettiği yuvasından çok memnun. Ona uygun ve evimize çok yakın harika bir ilkokul da bulduk ve önkaydımızı da yaptırdık. İnci’mizi Türkiye’nin en iyi klüplerinden birinde yüzmeye yazdırdık. Ben uzun zamandır istediğim bir yoga eğitimine başladım (Banu Çadırcı ile Yoga Terapi). Timur’un yuvaya başlamasına son bir yıl kaldı. Onu da yuvaya verdikten sonra kendi işim için neler yapabileceğim konusunda düşünüyorum ve güzel fikirlerim var. Kısacası umarım işler rayına oturuyor.

Son beş yıla baktığımda ise, iyi ki İnci’nin doğumu ile beraber işten ayrılmışım, diyorum. Herkes aynı şeyi diyemeyebilir, ama bizim aile dinamiklerimizde yapılması gereken buydu ve çok da iyi oldu. Hala böyle bir kararı nasıl adığımı, memnun olup olmadığımı, kendisine ne önerebileceğimi soranlar oluyor. Biraz klişe bir yanıt olacak ama gerçekten öyle, her kadın farklı, her erkek farklı, her ailenin dinamikleri farklı. Ben kendi kararımı nasıl verdim ve ne ile karşılaştım kısaca özetlersek:

1- Kalbim kesinlikle işten çıkmamı ve çocuğuma kendim bakmamı emretti. Bu çok ama çok yoğun bir duygu, anlatılmaz yaşanır.

2- Çok şükür ki eşim de benimle aynı arzudaydı ve aynı zamanda da maddi olarak ailemizin yükünü taşıyabildi. Bundan kastım şu: ailemizin sağlık, eğitim, sosyal aktivite ve sair giderlerini karşılayabilecek parayı kazanmak için gayret gösterdi ve bunu başardı. Elbette ikimiz de birçok şeyden feragat ettik, örneğin modaya uygun giysiler, pahalı tatiller, gece çıkmalar vb. Ama, bunu isteyerek yaptık, kahrederek değil. Her gün bu düzeni sürdürebildiğimize şükrederek.

3- Zarar, fayda analizi yaptığımızda benim çalışıyor olmam (özellikle çocukların 0-3 yaş dönemi için) ailemize faydadan çok zarar getirecekti. İşten ayrıldığım dönem kazanmakta olduğum para, evden uzakta olacağım saatler ve bakıcı parasını düşünürsek gerçek bu idi. Aynı zamanda, eşim benim yokluğumu kapatabilecek biri de değildi. Yani çocuklara sabır ve şevkat göstermek gibi konularda ben ondan daha iyiyim, doğruya doğru. Tabii ki benim de kötü günlerim oluyor ama genel olarak diyorum.

Peki sonuç ne oldu:

1- Ben anneliğimi doya doya yaşadım, çocuklarımla sağlam bir bağ kurabildim (umarım)…

2- Kendimle ilgili birçok şey öğrendim, değiştim, olgunlaştım, büyüdüm.

3-İlgi duyduğum bir başka alana yönelmek için bu dönemi değerlendirebildim. Çalışma hayatım boyunca biriktirdiklerimin bir kısmını yoga eğitimleri almak üzere kullandım. Eğitimlerime de devam etmeyi planlıyorum.

4- Ara ara iniş çıkışlar yaşamış olsam da genel olarak kurban psikolojisine girmemeyi başardım. Bakın kilit nokta bu. Tam zamanlı annelik kendini kurban psikolojisine kaptırmak için son derece güzel zemin hazırlıyor. Zira çoğunlukla yorgun, bitkin, bakımsız oluyorsun ve kendine ayıracak hemen hiç vaktin olmuyor. İşte böyle zamanlarda, ben sizler için saçımı süpürge ettim, moduna geçmemek, tüm bunları deneyimlemeyi kendinin istediğini hem de çok istediğini hatırlamak önemli. Niye mi? Çünkü, aksi taktirde yani kendini kurban olarak gördüğünde mutsuz, güçsüz ve kin dolu oluyorsun. Oysa ki sen bu yola mutlu, güçlü bir kadın ve iyi bir anne olmak için çıkmıştın. Bu psikolojiye kendini kaptıracaksan, sakın ha böyle bir seçim yapma, en iyisi işini gücünü hiç bırakma. Tabii ki ara ara gel gitler yaşıyorum, robot değiliz sonuçta ama hemen toparlıyorum kendimi, özüme dönüyorum.

Ve son olarak, şimdi ne olacak:

Bu da yine eşimle benim ortak görüşümüz. Ve yine kendi aile dinamiklerimiz ve benim kendi kişiliğim gözününde bulundurularak alınmış bir karar. Timur’u 2.5 yaşında yuvaya vereceğiz inşallah. Ben o zamana kadar eğitimlerime devam edeceğim. Onu yuvaya verince bir de Pilates eğitmenlik eğitimi alacağım. Ardından çalışma hayatına geri döneceğim. Çünkü çocuklarım gün içerisinde evde olmayacaklar. Ve ben de yine yeniden çalışmayı, üretmeyi çoktan haketmiş olacağım. Elbette şu son beş yıldır kendimi geliştirmekte olduğum yoga (ardından pilates) ve sağlıklı yaşam konularında çalışacağım inşallah.

Bu kritik adımı da atabilirsem gönlüm son derece rahat olacak. Hepimiz için harika bir yıl olsun 2017. Benim bu yıldan beklentilerim çok fazla 🙂

İngiltere Günlüğü kategorisine gönderildi | 9 Aralık 2016 – Bir Yılı Daha Devirirken Son Beş Yıl Hesaplaşmaları için yorumlar kapalı

7 Kasım 2016 – Yoga Terapi Hocalık Eğitimi

(Cep telefonumdan yaziyorum, imla hatalarini affedin)

Bugün Cihangir Yoga Banu Cadirci ile Yoga Terapi Hocalık Eğitimi’ne kaydoldum. Cok mutluyum… Umarım keyifle ve kolaylıkla tamamlarım. Umarım, hem kisisel yoga pratigime, hem de yoga egitmenligime cok guzel bir katki saglar.

Günlük kategorisine gönderildi | 7 Kasım 2016 – Yoga Terapi Hocalık Eğitimi için yorumlar kapalı

27 Ekim 2016 – Güncelleme

Yurt dışına yerleşme girişimlerimizde son durum:

En son nerde kalmıştık? Evet, Brexit olduydu, İngiltere’ye başvurumuzu iptal ettiydik. Sonra İrlanda Dublin’de yerleşik Amazon’dan bir pozisyon için eşimle görüşmek istedilerdi. Görüşmeler esnasında Türkiye’de darbe girişimi olduydu, bizim normal koşullarda 10 iş gününde çıkacak vizemiz 30 işgününde çıktıydı ve o esnada pozisyonu başka bir adaya kaptırdıydık. Ardından Amazon, bir başka pozisyon için Osman’ı Dublin’e davet ettiydi. Biz de, bir taşla iki kuş diyerekten valizi, bavulu toplayarak Dublin’e tatile gittiydik. Görüşmeler çok güzel geçmişti, bir haftaya yanıt gelir dedilerdi lakin iki ay kadar ses seda duymayarak artık ümidi kestiydik. Hatta, bu belirsizliklerden sıkılmış, bundan böyle Türkiye’ye, işimize gücümüze konsantre olacağız, hayırlısı buymuş demek, diyerekten, kızın ilkokulunu bulmuş, ön kaydını yaptırmıştık. Evimizin terasını kapatmak için ustalarla el sıkıştık falan filan derkeeeeen… Ya bu Amazon yine bizi aradı ya. Neymiş, görüşmelerde Osman’dan çok etkilenmişler, sadece bir kaç “issue” varmış o nedenle o pozisyon olmamışmış, ama başka bir pozisyon için yine görüşmek isterlermiş…

Bu kez Osman çok isteksiz. Pozisyonu pek tutmadı. Onu heyecanlandıran birşey değilmiş. E ben de 2014’den bu yana peşimizi bırakmayan bu şirketle sonumuz ne olacak, merak içerisindeyim.

Yani, yine bir ümit ışığı belirdi. Bu akşam telefon görüşmeleri var. Bekleyip göreceğiz. Bununla beraber, Dublin tatili öncesindeki gibi depresif, endişeli, korkak bir ruh halinde değilim. Hani eskisi gibi, yangın var, kaçalım, hissinden uzağım. İlginç bir dinginlik, bir memnuniyet, teslimiyet halindeyim. Ülkemizin içinde bulunduğu koşullar sebebiyle bir üst seviyeye geçtim sanırım. Boşuna dememişler, Himalayalar’ın tepesindeki mağaralarda ermek kolay, gel İstanbul’da becer, alnından öpeyim. İşte, öpün yani, sanırım becerdim. Durun şimdi tarif ediyorum, ermiş miyim yoksa başka bir psikolojik rahatsızlık içinde miyim, karar verin.

Şimdi efendim, eskiden sabahları gazeteleri okur, sonra endişelere gark olurdum. Artık, okuyorum ama beni hiç etkilemiyor. Tuhaf bir kaygısızlık halindeyim. İngilizce’de güzel bir kelime var, “numbness” Türkçe’si hissizlik oluyor sanırım. İşte öyle bir hal. Sonra sürekli şükrediyorum. Ailemizdeki herkes sağlıklı, yuvamızda mutluyuz, halimiz vaktimiz yerinde falan diye durmadan şükrediyorum. Dışarda olanları okuyup geçiyorum, içselleştirmiyorum. Sanki onlar öyle akıp gidiyor. Hatta belki de hiç olmuyorlar, ya da oluyorlar ama başka bir gezegende, bizden çok uzaklarda. Mesela, eskiden politikacılara çok sinirlenirdim. Atılan saçma, çağ dışı adımlar beni hem üzer, hem sinirlendirirdi. Aa, şu anda hiç etkilenmiyorum. Sanki bu durumlar kalıcı değil, zaten geçip gidecek, değişecek, duygusundayım. Sanki, benim ve bütünün hayrına gelişecek herşey. N’oluyor ya??? Eskiden bir haber okur sonra haftalarca kendime gelemezdim… Şimdi pembe bulutlar içinde mutlu mesut yaşıyorum. Bu ne şimdi?

Çocukların iyileştirici etkisi var, kesin. Ufaklık dillenmeye başladı, çok güldürüyor beni. İnci ne yapsa, bu taklit ediyor. Evde iki yavru ördek var. Çok gülüyorum hallerine. Şimdilerde kendisine birkaç oyun buldu, pek hoş değil ama çok komik. Mesela gelip benim kafama yumruğu indiriyor, ben ağlıyorum, bu sefer elleriyle yüzümü tutup dudaklarıma yapışıyor, öpmeler koklamalar bir aşk yaşıyoruz. Tamam biliyorum, dudaktan öptürmeyeceğim. İki yaşına gelmeden keseceğim, söz 🙂 Bir de emzirirken hart diye ısırmalar başladı. Buna gülemiyorum pek. İtekleyip yolluyorum kendisini, baya ağlıyor ama sonra yine yapıyor. Taktik olarak bu durumlara tepki vermemek ve unutturmak lazımmış, ama kolaysa siz tepki vermeyin, acının boyutunu anlatamam, o kadar diyeyim… Nerdeyse, hedef 2 yıldan vazgeçip emzirmeyi sonlandıracağım, ramak kaldı.

Bu aralar beni heyecanlandıran bir şey var, ondan da söz edeyim. Yakında Cihangir Yoga’da Banu Çadırcı’nın Yoga Terapi eğitimi başlayacak. Kısmetse ona yazılacağım. Mayıs’a kadar devam edecek. Uzun zamandır istediğim, harika bir ödül olacak kendim için 🙂 Mayıs’ta da Kaz Dağları’nda 4 günlük inziva, bu kez Timur ile gideriz diyorum, bir öncekine de İnci’yi götürdüydüm. Ha bir de, beslenme ile ilgili kapsamlı bir sertifika programı buldum, online, eCornwell üniversitesinden. Bakarsınız ona da yazılırım.

Doğruyu söyleyeyim mi, şu aralar evde çocuklarımla olmaktan muazzam keyif alıyorum. Hiç de kurumsal hayatta 9-6 bir işe dönesim yok. Umarım kısmet olur da böyle yoga, beslenme, sağlıklı yaşam üzerine birşeyler yaparak paramı kazanabilirim. Tabi arzum, akşamları çocuklarımı okuldan kendim alabilmek, haftasonları onlarla olabilmek. Çünkü bu küçük insanların her anına şahit olmak istiyorum, bayılıyorum buna.

İşte bizde durumlar böyle. Bakalım hayat bizi nerelere savuracak…

İngiltere Günlüğü kategorisine gönderildi | 27 Ekim 2016 – Güncelleme için yorumlar kapalı

25 Ağustos 2016 – Brexit – Mrexit

Bu sene hiç umulmadık birşey oldu ve İngiltere “Brexit” dedi. Yani referandumda AB’den çıkma kararı aldı. Durum bu olunca biz de, Ankara Antlaşması ile başlattığımız başvuru sürecimizi askıya aldık.

Şimdi İngiltere’de yabancı statüsünde bulunmak tam anlamıyla bir belirsizlik anlamına geliyor. Bizim gibi iki çocuk ve bir köpekli aile için yüksek risk.

Tam bu esnada, İrlanda’da merkez ofisi bulunan, dünya çapında meşhur büyük bir teknoloji şirketi eşimle görüşmek için temaslarda bulundu. 2014 yılında da aynı şirket bize ulaşmıştı ancak pozisyonu bir başkasına kaptırmıştık. Bu kez işler daha hızlı ve adım adım lehimize ilerlemeye başladı. Şu anda son adımdayız, yüzyüze görüşme istiyorlar. Ancak, araya neler girdi, aman Yarabbim… her türlü beklenmedik olay, gelişme…

Zaten, maşallah Türkiye sürekli ‘Son Dakika’ haberlerin verildiği sıcak bir gündeme sahip şu aralar. Böyle Ortadoğu’nun çukuruna düşmüş gibiyiz, ya da iyi ihtimalle uçurumun başında bir köke tutunmuş beklemekteyiz.

Her neyse, sonuç olarak, vizemiz zamanında yetişmedi. Ve biz ilk işi kaçırdık, o esnada, ikinci bir pozisyon için görüşelim, dediler, arada o da bi şekil kaçtı ve şimdi üçüncü bir pozisyon için adamlardan görüşme tarihi bekliyoruz. Vizemiz geldi, Kasım ortasına kadar vaktimiz var. Ama iki haftadır görüşme tarihi ayarlayamadılar bir türlü. Doğal olarak biz de, herhalde bu pozisyonu da kaçırdık, bu iş olmayacak, hissine kapıldık.

O zaman ne yapsak, acaba yine de İngiltere’ye başvursak mı, sonuçta o kadar ay hazırlandık, avukat parasını ödedik, başvuru için herşey hazır. Ya da, Kanada başvurusu için mi düğmeye bassak. Veyahut da oturduğumuz yerde otursak mı? Ben Türkiye’de kalacaksak da Ege’ye falan gidelim istiyorum. İstanbul hakikaten çekilmez bir şehir oldu, çirkin, pis, kalabalık, pahalı, yorucu.

Bütün bunlar olurken, ben de son derece karamsar ve yorgun hissediyorum kendimi. Timur bir buçuk yaşında. Dünyalar tatlısı bir çocuk. Ama, yardımsız iki çocuk ve bir köpekle uğraşmak beni biraz aşmaya başladı. Oluyor tabi, götürüyorum bir şekilde, fakat sorun şu, layığıyla olabiliyor mu acaba? Mesela Timur çok ufak tefek bir çocuk. Sanırım onu besleyemiyorum. Çocuk hala 9 kiloyu göremedi. 18 aylık yuh 🙁 Bir kere her işe yetişemiyorum, orası kesin. Timur bir saniye bile tek başına kalmak istemiyor, yoksa çılgınlar gibi ağlıyor. Zaten sürekli olarak tehlike peşinde, ona arkamı dönemiyorum. Osman sadece kendisiyle ve işiyle meşgul, evde yer yerinden oynasa da odasından çıkmayı reddediyor. Dora’nın bir zararı yok gibi görünse de, etrafa yaydığı tüy yumakları beni çileden çıkarıyor. Ben kendim için hiçbir şey yapamıyorum. O kadar ki, kaş bıyık, manikür pedikür, saç baş, ağda mağda… Hiçbir şey… Kendi başıma yarım yamalak birşeyler yapmaya çalışıyorum, olduğu kadar. Annem uzaktan dinliyor ve vah vah kızım hepsi geçecek, diyor. Bakıcı tutalım, diyor ailem. Ama bizim aile bütçemiz şu anda buna müsait değil ve ben dışardan bir destekle bu işe girmek istemiyorum. Arkadaşlarım artık çalışma hayatına dönmemi öneriyorlar, ama ben İnci’ye yaptığım gibi, Timur’u da yuvaya kendi ellerimle teslim etmek istiyorum. O yuvaya başlayınca ben de işe başlamayı umuyorum, inşallah. Üstelik bir de her an ülkeden gitmekle kalmak arasında bir belirsizlik bulutu içerisindeyiz. Bir yandan ülke gündemini sıkı sıkı takip ediyorum ve hakikaten o da ayrı bir panik hali yaratıyor içimde. Sonuç olarak, tam 12 yıldır sigara içmiyorum ve son bir haftadır dayanılmaz bir sigara özlemi başladı bende. Sanki aldığım her nefeste sigara dumanını içerime çekiyormuş gibiyim. Ama tabi bu isteğe teslim olamam çünkü ben insan gibi içemiyorum bu mereti. Tümüyle sonun başlangıcı olur bu benim için.

İşte tüm bu sebeplerden ötürü işler biraz netleşsin ve ben de yoluma bakayım, istiyorum. Aslında Türkiye’de kalacağımız kesinleşirse adım adım yapacaklarım belli. Eğer gündem iyice çıldırmazsa, gerçi şu anda da çılgın gayet ama işte ne bileyim böyle evlerimizin çatılarına bombalar falan yağmazsa, diyelim. Yapacaklarım şöyle:

1- Evimizi elden geçireceğim ve terası kapatıp Dora’ya terasta bir yer yapacağım. Bir de orada kahve köşemiz ve sera gibi çiçeklerimiz falan olacak.

2- Kasım’da Banu Çadırcı’nın Yoga Terapi Eğitmenlik Eğitimi’ne katılacağım. (Yoga alanında ömür boyu, böyle minik minik adımlarla da olsa, yürümeye devam etmek istiyorum.)

3- 2017 yaz döneminde Burgazada’da sezonluk bahçeli bir yer tutmamıza çalışacağım. Osman da oradan çalışmasına ara vermeden tatil yapmış olur hem, İnci de adanın su sporları klübünde yaz boyu yüzmeye gider, süper olur.

4- 2017 Eylül ayında Timur’u yuvaya yazdırıp ben de iş bakacağım. Biraz birikmişim var. Gerekirse gönüllü olarak çalışmayı teklif edeceğim, aklımda bir iki yer var.

Ha, ama eğer bu ülkeden gideceksek, işte o zaman da sıfırdan yeni bir macera… O konuda plan mlan yapamıyorum, bekle ve gör olacak biraz.

Kısacası, son derece akıştayım gördüğünüz gibi, her zaman olduğu gibi yine anı yaşıyorum, kesinlikle geleceğe gitmiyor zihnim, endişelere falan gark olmuyorum, haşa… Yani, bir insan yedisinde neyse, yetmişinde de o anacım. Ömrü hayatımda anda kalamadım, hep bir yıl önden gidiyorum. Maşallah bana 🙂


 

İngiltere Günlüğü kategorisine gönderildi | 25 Ağustos 2016 – Brexit – Mrexit için yorumlar kapalı

22 Ekim 2015 – Ruhsal Dalgalanmalar

Timur nerdeyse sekiz aylık oldu, şu sıralar emeklemeyi çözmüş bir bebek olarak tay tay ile meşgul. Tek amacı, emekleyip, tutunarak ayağa kalkabileceği bir yere ulaşmak ve tay tay durmak.

İnci’m okuluna devam ediyor. Okulda yemek pişiren Fatma Hanım’ın 19 yaşındaki oğlunda, testiste tümor bulmuşlardı, habis çıkmış 🙁 Çocuğun mu var, derdin var. Dora’nın da sağ ön ayak ile gövdenin birleştiği omuz bölümünde bir kitle farkettik bugün, baya yumurta büyüklüğünde bir şey. Offf, yarın veterinere göstericem.

Boşlukta yüzdüğüm bir dönemdeyim. Timur ile meşgulüm, yine gelecekte yaşıyorum. İngiltere’de ne iş tutacağım bakalım, hiç bir fikrim yok. Biraz yorgun, endişeli ve karamsar buluyorum kendimi.

Annemi de aynı böyle tarif edebilirim. Acaba ona mı benzemeye başladım? Yaşam enerjisi çekilmiş bir kadın mı oluyorum yavaş yavaş? İki sigara arasında geçen zamana katlanmaya çalışır gibi, bezgin ve hep yorgun bir kadın oldu annem. Çok üzülüyorum buna. Ben de mi onun yolundan gidiyorum? İş hayatına dönebilecek miyim? Dönersem mutlu olabilecek miyim? Yoga ile yol alamayacağıma çok erken mi hükmettim?

Cevapsız sorularla dolu, endişelere teslim bir ruh hali içindeyim, umarım  en kısa zamanda titreyerek kendime gelebilirim.

Dün gece İnci uyandı, onu tuvalete götürdüm, aynadan yansıyan görüntüme takıldı gözüm, tıpkı annem! Bezgin, yorgun bir kadın 🙁 N’olcak böyle?

Gelecekte yaşamayı bırakmalı, ana odaklanmalı ve hipoglisemiyi daha iyi yönetmeliyim.

İngiltere işinde son durum: para biriktirmeye devam… 25bin pound’u bulunca başvuruda bulunacağız. Ben her gün Bromley, Reading, Pinner vb. arkadaşların yaşadığı bölgelerden ev bakıyorum, okul bakıyorum… Evet, ne demiştim, ana odaklanmalıyım, çok zor be!

İngiltere Günlüğü kategorisine gönderildi | 22 Ekim 2015 – Ruhsal Dalgalanmalar için yorumlar kapalı

26 Eylül 2015 – Eşeğin Aklına Karpuz Kabuğu Düşerse

Aklımıza düştü bir kere, Türkiye’den çıkıyoruz. Oysa ki, çok değil, birkaç yıl öncesine kadar aklımızın ucundan bile geçmezdi böyle birşey. Türkiye’de 2013 yılında yaşanan meşhur Gezi Parkı Protestoları ile yıllardır gözlerimizin önünde duran kalın, ağır siyah perde aralandı, şapka düştü, kel göründü. Bu olaylarda en çok da Medya’nın gerçek yüzü apaçık önümüze serildi. Kendimizi kandırılmış, aldatılmış, uyutulmuş bulduk, bir gecede.

Üstüne, 2015 yılında kapı komşumuz Suriye’de yaşananlar tuz biber ekti. Saçma sapan, düzmece bir savaşta çocuklar öldü, öldü, öldü.

Ülkemizde yeniden hortlayan terör, son on yılda hızla tırmanan kadına şiddet, çocuklarımızı özel okula mahkum eden eğitim sistemi, çılgın rakamlara ulaşan özel okul fiyatları… Daha sayacak çok şey var lakin, uzatmayalım, bizim gitme kararımız bu eksende güçlendi. Çocuklarımızı çağdaş, güvenli bir ortamda yetiştirmek istedik.

Epey düşündük, İngilizce konuşulan ülkeleri araştırdık. Amerika, İngiltere ve Kanada arasında gidip geldik. Birkaç sebepten İngiltere’de karar kıldık. Sebeplerin başında, Ankara Antlaşması’nın sağladığı avantaj ve elbette Türkiye’ye, burada bıraktığımız sevdiklerimize yakınlık vardı.

Kızımız 3.5 yaşında, oğlumuz 7 aylık. İnci’miz ilkokul çağına gelmeden Londra’ya yerleşmeyi umuyoruz. Şu anda işlerimizi ayarlamakla meşgulüz. Para biriktiriyoruz. Gerekli birikimi bir yıl içinde tamamlayarak başvuruda bulunacağız. Hayırlısıysa olsun.

Ülkeni bırakıp gitmek kolay bir karar değil. Gerçekten değil. Pembe hayaller içinde değiliz. Orada birçok farklı problemin bizi bekliyor olacağını biliyoruz. Konfor alanımızdan çıkıyoruz. Ancak her şeye rağmen denemeye değer buluyoruz.

Fingers crossed!

İngiltere Günlüğü kategorisine gönderildi | 26 Eylül 2015 – Eşeğin Aklına Karpuz Kabuğu Düşerse için yorumlar kapalı

16 Eylül 2015 – Eylül’le Gelen

Timur 6.5 aylık. Dün dişi patladı. Onbeş gün evvel bizi korkuttu ufaklık. Rutin check-up’ta, ultrasonda, karaciğerinde bir kitle gördüler. MR istediler ama biz genel anesteziden çekindik. Kanda AFP baktılar (tümör taramasıymış) ve değer gayet iyi geldi. Ama tabi karaciğerde bir kitle var, ne olduğu belirsiz. Tamamen beyaz renkte olsa önemsizmiş ama bu yer yer siyah. Biz bunu kan testleri ve ultrasonlarla takip edeceğiz bir süre, duruma göre MR baktıracağız. Umarım temiz çıkacak.

Böyle kısa kısa yazıyorum ama tabii o tarihten itibaren kendimi toparlayabilmiş değilim. Üstüne bir de bitmek bilmeyen şehit haberleri, Güneydoğu’da Kürtlerin çektiği çile ve Suriye’li mültecilerin perişan halleri, Ege ve Akdeniz kıyılarına vuran çocuklar… Çok çok can sıkıcı, karanlık bir dönemden geçiyoruz. Dengede kalmak çok zor. Ben de gündelik hayatın rutin işlerine sarılmış durumdayım.

Evde grip var. Önce ben, sonra Osman ve şimdi de İnci hastayız. Önümüzde on günlük bayram var, okulumuz tatil, evde iki çocuk napacam, derken, İnci ateşlendi, bugün okula gidemedi. Bakalım yarın nasıl uyanacak, yine ateş varsa, biz buradan bayrama bağlanırız sanırım. İyi tarafından bakarsak, kalan üç kilo fazlamın yarısını bırakırım herhalde 🙂

Timur katı gıdaya başlayalı beri toparladı gibi, yüzde 3’lerde giden kilosu yükseldi. Bir sonraki doktor ziyaretinde göreceğiz bakalım. Bu arada son bir haftadır Dora’yı izlemeye, onunla ilgilenmeye, ona gülmeye başladı. Bir de geçen gün İnci ve Osman kanepede yastık savaşı yapıyorlardı, Tim de benim kucağımda oturmuş onları izlerken resmen kıkır kıkır güldü. Sanki onun bir oyun olduğunu bilip de oyuna katılmak ister gibi. Çok hoşuma gitti. 6 aylık bir bebek artık biraz da çocuk oluyormuş demek ki 🙂 Zaten çok güzel kıkırdıyor, bayılıyorum. Her gün az az gıdıklıyorum onu, o da kıkırdıyor tatlı tatlı…

Ne güzel nefes çalışıp yoga yapıyordum, Timur’un check up’ıyla hepsi suya düştü. Zor zamanlarda beni kısa vadede en kolay yatıştıracak ama orta ve uzun vadede beni aşağı çekecek şeylere sarılıyorum. Mesela çay, kahve, karbonhidratlar, eskiden olsa sigara, alkol vb. Üstüne de hastalandım, öksürmekten nefes alamıyorum 🙁 e bir de bayram var önümüzde, iki çocuk evde, çok yorulacağım. Yani işte epey büyük bir ara girdi malesef…

Bu ara kafamı kurcalayan şey şu, Doğan Cüceloğlu kitaplarında bahsediyor ya, bizim memlekette herşey -mış gibi, -mış gibi hayatlar yaşıyoruz. Özensiz işler, şişirme, kalitesiz… Bu beni çok rahatsız etmeye başladı. Mesela geçen gün Timur’u pusete koydum yürüyorum, bir baktım yeni bir mağaza açılıyor, işçinin biri merdivenlerin yanına rampa yapıyor, engelliler ve pusetliler için. Ama rampanın yere açısı 80 derece falan. Yani ne pusetli, ne tekerlekli sandalyede birinin destekle dahi oraya çıkma ihtimali yok. “Hayırdır,” dedim, “dağcılık mı yapılacak burada?” “Yap dediler yaptık abla,” dedi. Doğru işte, yap-mış olmak için yapılmış bir iş daha.

Yaptığım işi nasıl daha iyi yapabilirim, kafasına geçmek istiyorum. Şu anda ev işi ve çocuk bakımı ile meşgulüm, bunları nasıl daha iyi yaparım, şişirmeden, hakkını vererek… Hele ki evde bu disiplini kurabilmek çok zor. Tabi ben temizlik hastası olacak değilim şimdi, daha çok çocuklara daha iyi ebeveyn olabilmek hedefim. Küçük küçük adımlarla. Eğer elimdeki işi en iyi şekilde yaparsam, bulunduğum kabı doldurursam, su taşacak ve bir sonraki kabı doldurmaya başlayacak, yani ben bu oyunda bir sonraki level’a hakkıyla geçmiş olacağım.

Hayatıma hala sokamadığım ve sokmak istediğim ama bunun için aktif bir çaba göstermediğim, üşengeçliğin ve ertelemenin eteklerinde sürüklendiğim bazı işler var. Çöp ayrıştırmak, gönüllülük esasına dayanarak yaptığım düzenli bir iş (haftada bir saat dahi olsa), her gün yoga ve nefes vb…

İşte böyle. Sanırım bunları isteye isteye, yapamaya yapamaya yaşlanacağım. Ya da umarım HAYIR 🙂

 

Günlük kategorisine gönderildi | 16 Eylül 2015 – Eylül’le Gelen için yorumlar kapalı

7 Agustos 2015 – Notlar

Not: Androidden yazdigim icin hatalar affola…

Hatirla bunu: yeni birsey ogrenmek icin hevesin kalmamissa yaslaniyorsun tugce… Icin sogumus hayattan, yasama hevesin kalmamis, tek ayak cukurda. Ne yap et, yeniden merakini uyandir, hevesini geri kazan ve yas almis bir genc ol yine

 

Günlük kategorisine gönderildi | 7 Agustos 2015 – Notlar için yorumlar kapalı

4 Mayıs 2015 – İlaç Gibi Bir Kitap – Masal Terapi

Judith Malika Liberman’ın Masal Terapi kitabını okuyorum.

Liberman okura, bu kitabı bir pusula olarak kullanmasını önermiş. “Kafa karışıklığı yaşadığında, kararsızlığa düştüğünde, kitabı eline al, herhangi bir sayfasını aç ve oku, okuduğun bölüm üzerine düşün, mutlaka kafanı kurcalamakta olanlara dair cevapları bulacaksın,” demiş. Bu benim de sık sık başvurduğum bir metot aslında. Yani ben de kafam çok karışık olduğunda (ki sık sık yaşarım bu hissi) herhangi bir kitapçıya girer, ilgimi çeken herhangi bir kitabın herhangi bir sayfasını açar ve okurum. Genelde, aradığım yanıt o satırlar arasında karşıma çıkar. Enteresan ama bir şekilde gerçekten işe yarıyor. Deneyin, görün.

Masal Terapi’yi de bu şekilde, yazarın önerdiği yöntemle okumaya karar verdim. Önce düşüncelerimi topluyorum, içime bir bakıyorum, o anda aklımı kurcalayan ne, buluyorum, sonra odaklanarak herhangi bir masalı okuyorum. Aradığım yanıt, masalın içindeki önermede gizli oluyor (ki yazar masalın önermesini de her masalın sonunda, ayrı bir bölümde açık ve net veriyor size)

Masal seçerken kafamdaki soru şuydu: Hayatta ne yapmalıyım? Doğumdan sonra kendimi yine kaybolmuş hissettim. Koşullar değişti. İki çocuk, ailemiz büyüdü. Benim önceliklerim değişti. Yoga alanında yürümeye devam edebilecek miyim, bu ailemiz ve benim için en doğru yol mu? İki çocuk ile bu alanda çalışabilecek miyim (akşam saatlerinde ve haftasonları çalışmam ailemi zorlar, ama yoga derslerine olan talep genelde bu saatlerde -mi acaba? -) Bu alanda çalışarak aileme ve kendime ne kadar katkı sağlayabileceğim? Yoksa, turizme geri mi dönmeliyim? Bu şekilde ailem ve kendim için daha yüksek katkı sağlayabilir miyim? vb..

İlk okuduğum masalın önermesi ise aynen şöyle: Odaklan, kendini ada!.. İster büyük, ister küçük TEK birşey bul, ona odaklan, vazgeçme, zihninin dağılmasına izin verme. Bir öğretiden diğerine geçme. Hiçbirinde, ancak zaman, sabır ve tekrarla oluşabilecek derinliği ve zenginliği göremezsin.

Ee ne diyorsunuz… CUK!

Şimdi nasıl olur da inanmam kitaplardan, masallardan fal tutmaya?

Masallarıın sonunda yazar sana birtakım alıştırmalar da veriyor. Benim seçtiğim masalın sonundaki alıştırma şöyleydi: bu kitaptan herhangi bir sayfayı seç ve o sayfadan kendine bir mantra seç. Uyguladım, benim mantram şu oldu: “Bugün günü kurtardım, yarın da günü kurtarırım.” Önceki yazılarımdan hatırlarsınız, endişe kumkuması hallerimi, gelecekte takılı kalmış zihnimi… Bu mantra gerçekten benim mantram!..

İşte, bugünün masalı, önermesi ve mantrası böyleydi. Eve geldim, Timur’un uyuduğu yarım saatlik zaman dilimini fırsat bilerek yoga matıma gittim.

Son zamanlarda mattaki halim çok komikti. Pratiğim Yoga’nın çok uzağındaydı, farkediyordum. Öncelikle zihnim inanılmaz meşguldü. Adeta milyonlarca parçaya bölünmüş gibiydi. Bir parçası, “şimdi Timur uyanacak,” diye takılmış, mantra gibi zihnimde bu cümle dönüp duruyordu. O zaman işe acele karışıyordu tabi. Bir an evvel yoga yapmalıyım. Bir an evvel ağrıyan, kasılmış yerlerimi gevşetmeliyim, bir an evvel… Aa, bir bakıyorum, nefes yok, pozlar var, nefes yok. Tık nefes… Zihnim, düşünce salatası, tam bir pazar yeri.

Bu kez mata giderken kendime şöyle dedim: “Tuğçe, odaklan, kendini ada! Dün de günü kurtardın, bugün de, o halde yarın da günü kurtarırsın, hiç takılma!..” İşe yaradı, işe yaradı 🙂 Pozlarda en az beş nefes durarak, gevşek merkezi, uzama ve genişlemeyi araştırarak uyguladığım pratiğim bana ilaç gibi geldi…

Yoga seni seviyorum…

Günlük kategorisine gönderildi | 4 Mayıs 2015 – İlaç Gibi Bir Kitap – Masal Terapi için yorumlar kapalı