Ocak Ayının İlk Haftası Biterken

Dün sabah ve ögleden sonra çok sevdiğim dostlarımla görüştüm, ayrı ayrı. Evde olmanın en güzel yanlarından birisi de bu, hafta arası gündüz gündüz plan yapabilmek.

Bu sabah Yogarooms’da Yara’nın dersine girdim. Çarşamba günkü dersten sonra ilaç gibi geldi. Çarşamba günkü hoca konuşmaktan derse konsantre olamadı, beni pozlara hazırlamak yerine, onu yapabiliyor musun bir dene diyerek dersin başından çaturanga yaptırdı. Ben tabi çtonk yere çakıldım. Yok sanırım henüz duramıyorum dedim. Oysa bugün Yara’nın dersinde misler gibi çaturanga yaptım (kendi çapımda tabi:) Yani, demek istediğim o ki, Yara yavaş yavaş adım adım bedeni ısıtıp hazırlayarak zorlu pozları dahi kolayca yapmamı sağlıyor. Doğal olarak dersten son derece iyi çıkıyorum. Yara’ya birkaç kitap sordum. Uzunca süredir kitaplarla hiç aram yok ama yine de Yoga ile ilgili okumak istiyorum. Oysa çocukken ve gençlik yıllarımda tam bir kitap kurduydum. Acaba neden böyle oldum ki? Bu soruyu evrene salıyorum ve demek ki hayatımın bu döneminde böyle olması gerekiyor diyerek kendimi rahatlatıyorum.

Yara dersi bitirirken bizi rahat bir oturma pozuna davet etti. Eller göğüste, avuç içleri birbirine değiyor halde, gözlerimizi kapatmamızı ve dikkatimizi kaş ortasına vererek, kendimizi ışıl ışıl parlarken hayal etmemizi istedi. Zihnimizin pozitif enerji ve düşünceleri çeken bir mıknatıs olduğunu hayal ettik ve mümkün olduğunca fazla pozitif enerji ve düşünce ürettiğimizi düşledik. Birkaç kez OM çektikten sonra, Namaste diyerek dersi bitirdik.

Starbucks’a uğradım, bir chai tea latte ve kepekli havuçlu kek ile enerji depoladım. Birazdan da kızıma koşacağım.

Bu haftasonu için planlar şöyle, yarın saat 11’de yoga, ardından kızımla yürüyüş. Pazar günü de annemlerde kahvaltı-brunch.

Herkese iyi haftasonları…

Günlük kategorisine gönderildi | Ocak Ayının İlk Haftası Biterken için yorumlar kapalı

Ne Zaman ‘Başardım’ Diyebilirim

Yoga ile ilgili yeni takip etmeye başladığım bir blog var: yoganotları.blogspot.com

Blogger’ı kocamın arkadaşı, ben de büyük bir tesadüf eseri kendisi ile tanışmıştım. Yogarooms’da dersime girmişti ve üstelik o günkü tek öğrenci bendim. Soyadımdan beni tanıdı ve gülüştük falan. Enteresan oldu yani.  Herneyse, kendisi şimdi evlendi ve Helsinki’ye taşındı. Baya baya yoga ile yaşıyor. Ben de onun yazılarını zevkle okuyorum.

Anacım, sabah 3’lerde uyanıp 4’lerde yoga yapıyor falan, şimdi de Hindistan’da yoga tatilinde. Ohooo dedim kendi kendime, kızım sen bu tembellikle gelecek yüzyılda hoca olursun.

Sonra düşündüm, bir insana sabah 3’te uyanarak yoga yaptıran mekanizma nedir? Bu motiv nereden gelir? Bende niye yok? Bayağı kafa patlattım.

Benim başarma azmim üniversite yıllarına kadar tavan yaptı. Yani tüm öğrencilik hayatım boyunca, takdir yerine teşekkür alırsam dünya başıma yıkılır sandım. Üniversitede bu hırsım biraz azalır gibi oldu. İlk defa içki içmeler, gece çıkmalar, erkek arkadaş vs derken derslerde EN iyi olmak o kadar da önemli olmamaya başladı. Ama yine de master yapmama olanak sağlayacak bir not ortalamasını hedeflemiştim, tutturdum.

Bana olanlar 1999-2001 arası oldu.  Bu iki sene benim hayatımın tam anlamı ile dönüm noktası. 99’da mezun oldum ve Finansbank’ta Kurumsal Pazarlama’da çalışmaya başladım. Tüm öğrencilik yıllarımı, iş hayatı başladığında bu çabalama koşuşturma bitecek, bol bol kendi paramı kazanıp hayatımı yaşayacağım, diye düşünerek geçirmiştim. Sık dişini kızım, az kaldı, okul bitiyor, demiştim. Ama bankadaki ilk iş deneyimim suratımın orta yerinde acı bir tokat gibi patladı. Aman Allahım, dedim. Herşey yalanmış. İş hayatı çok b.ktanmış. Bir sene çalıştım bankada. Her gün, her saniye terk etmeyi hayal ederek. Sanki iş bulmadan işi bırakırsam ağır bir yenilgi, büyük bir başarısızlık yaşamış olacaktım. Bu arada kendimi yemeğe verdim, 10 kg aldım, depresyona girdim falan falan. Neyse uzatmayayım. Tam bir seneyi doldurunca istifa ettim. Tüm eğitimimi, herşeyi çöpe attım ve 3 ay evde oturduktan sonra bir cafe-bar’da garsonluk yaparak yeniden kendi paramı kazanmaya başladım. Ondan sonra da herşey güzel bir seyirde devam etti. Ama bu deneyim sayesinde, ‘Başarmak Nedir?’ sorgulamaya başladım. Ailemin istediği gibi bir kariyerim olmamıştı. Ne çok para kazanıyordum, ne de bir titre sahiptim. Ama ÇOK mutluydum. Hayatım, macera ve heyecan dolu geçiyordu. Paramı kazanıyor, ilginç deneyimler ediniyordum. Hani hep arayıp durduğumuz tatmin duygusu var ya, ona sahiptim. Kariyer yapan birçok arkadaşım, benim  3-4 katım para kazanıyordu ama işlerinden ve yaşadıkları hayattan da nefret ediyorlardı.

Ben ise şuna karar vermiştim, benim için Başarmak=Mutlu Olmak idi. Yani, eğer ‘anda’ mutlu isem başardım diyebilirdim. O günden bu güne de bu formül değişmedi. Bence anda ve mutlu olmak, yarın gelecek başarıdan daha önemli artık. Bunu yaşayarak öğrendim. İşte belki de bu sebepten herhangi bir konuya kendimi deliler gibi adayamıyorum. Denge kurmayı arıyor bünyem. Yani, biraz yoga yaparım ama, biraz da kızımla vakit geçiririm. Canım o gün istemiyorsa, yoga yapmak yerine bir cafe’de tembellik yaparım.

Artık böyle yaşıyorum. Yine de ara ara çocukken bize öğretilenler hortluyor zihnimde ve ağustos böceğinin hazin sonu geliyor aklıma. Korku ile endişe tohumlarına teslim oluyorum. Sonra durup silkiniyor ve özüme dönüyorum.

Aslında yoganın, ucundan tanımaya başladığım, felsefesi bana yakın. Anda ol, farkında ol, dengede ol, esnek ol ve güçlü ol. Mesela hocalar diyor ki, derslerde diğer öğrencilere bakma, kendini kıyaslama. Kendi pratiğine odaklan. Diğerleri ile yarışma. Senin vücudun bile günden güne farklı olabilir. Bir hareketi bir gün kolayca yaparken bir başka gün yapamayabilirsin, ya da yapmak istemeyebilirsin. Vücudunu dinle, onu aşırı zorlama, onu sev, ona şevkatli ol. Limitlerine saygılı ol. Ama daha iyi olmayı da araştır. Hayatta da böyle olabilmeli insan.

Evet, yoga felsefesini seviyorum.

Bugün Yogarooms’daki yoga eğitmeni ile bir nevi özel ders yaptık. Yine tek öğrenci bendim. Biraz da sohbet etme şansımız oldu. Hocalık yolunda ilerlemek istediğimi söyledim. Bana, bu işten para kazanmayı beklemememi söyledi. Belki bir beş sene, hem para, hem zaman, hem emek yatıracaksın, sonra meyveleri toplamaya başlayabilirsin, ama eğitim almaya bir ömür boyu devam etmen gerekiyor, dedi. Hocalık eğitimleri çok pahalı, ama sen ders verdiğinde çok az para kazanabiliyorsun, diye de ekledi. Yoga stüdyolarına giderek para kazanmak çok zor, sınıfı doldurman lazım, bunun için de Kundalini gibi, fazla aktif olmayan dersler vermek avantaj oluyor, dedi. Özel ders vermeye başladığımda para kazanabilirmişim. Ama özel ders için biraz isim yapmak gerekliymiş. Bu arada insanlar hocayı rol model olarak görmek istermiş, o sebeple yaşam şeklim, aile hayatım, vücudumun fit olması ve karakterim önemliymiş. Öğrenciler bir açık gördüklerinde, ‘bunun kendine faydası yok, bana nasıl faydası olsun,’ diyorlarmış.

Meşakkatli bir yol yani. Aslında, bana bilmediğim birşey söylemedi. Benim için önemli olan, ‘bu yolu yürümek bana ne katacak?’ Hakkını vererek bu işi yaptığımı varsayarsak, bundan 10 sene sonra nasıl bir insana dönüşmüş olacağım? Bir işin hakkını verirsen, para bir biçimde peşisıra gelir, ben buna inanıyorum. Bu yola çıkarkenki amacım zaten hiçbir zaman para olmadı. Bununla beraber, elbette para enerjisinin yolunu da tıkamak istemiyorum. Para, bereket enerjisi bana hayırlısı ile bol bol akmaya devam etsin inşallah. Bu yola çıktım, çünkü daha iyi bir insana dönüşmek istiyorum. Bedenim, ruhum, zihnim dengede olsun, ben anda kalabileyim, sağlıklı, huzurlu, fit ve ışıl ışıl olayım. Kişisel gelişimim için çalışayım, istedim. Kurumsal hayatın hengamesi içinde, nereye gittiğimi bilmeden, ölümüne kürek çekmeye son vermek istedim. Biraz durmak, sezgilerimin sesini duymak için durmak istedim. Bu esnada kızımın tadını çıkarmak, onun gün be gün, an be an gelişimine tanık olmak istedim. Çok şükür ki, gittiğim yoldan BUGÜN memnunum. İlerde de tüm güzelliklerin beni beklediğini biliyorum.

Kısacası, endişeyi bırak, yürümene bak!

Bugünkü hoca da o dediğim ekolden geliyordu. Yine aynı hissi yaşadım. Hoca duruşlarla ilgili çok güzel püf noktaları veriyordu ama o kadar çok konuşarak detaylı anlattı ki, ben yine koptum. Dersin içinde akamadım. Sanki ilk kez yoga yapıyormuş gibi tutuk ve güçsüzdüm. Dersten çıktığımda ne çalışmış hissettim kendimi ne de rahatlamış. Son meditasyondan  da birşey anlamadım. Elbette asanaların hakkını vermek önemli ama sanki bu işi yavaş yavaş, adım adım zamana yedirerek yapmak daha iyi. Bilemedim.

Günlük kategorisine gönderildi | Ne Zaman ‘Başardım’ Diyebilirim için yorumlar kapalı

Yeni Yılın İlk Yazısı

Yılın ikinci günü, Hafize Abla’nın gelmesi ile kendimi evden dışarı attım. Aslında yogaya gidecektim ama, bu sabahki dersi veren hocanın stili bana uygun değil. Kendisi iyi bir hoca, bu çok belli, ama o kadar detaylı konuşarak pozları anlatıyor ki onu duymaya çalışırken zihnim hep devrede olduğundan vücudumu dinleyemiyorum. Yoga ile ilgilenen bir tanıdığım bundan söz etmişti bana, yani çok konuşarak ders yapan hocaların kendisine hitap etmediğini, Meşhur bir Yoga Merkezinde derslerin bu şekilde verildiğini söylemişti. O zaman ne demek istediğini anlayamamıştım. Ama o dediği merkezden olan bu hocanın dersine bir kez girmem onu anlamama yetti. Dediğim gibi, asanaları çok iyi biliyor evet ve tüm gücüyle bize aktarmaya çalışıyor ama kendisi bile konuşurken nefessiz kalıyor. Ben de onu dinlerken tıkanıyorum.

Her neyse, bu sebeple öğlen 12’deki dersi denemeyi seçtim ve kendimi Starbucks’a attım. Notebook’umu açtım, yazmaya koyuldum. Bu arada da kocamın ne zamandır içmemi önerdiği soya sütüne tall latte’yi (kafeinsiz olarak) deniyorum. Hiç fena değilmiş 🙂

Yeni yılda dedikodu yok, her daim şık olmak var demiştim ya… Yılın ilk dedikodusunu yaptım bile 🙁 Dün eşimle arabada giderken bir arkadaşımın bir huyunu sevmediğimi söyledim. Ama hemen ardından diğer huylarını ne çok sevdiğimi ve aslında iyilerin kötüyü silip götürdüğünü falan falan söyleyerek geri adım attım. Yine de biliyorum, ilk dedikodu yapılmış oldu 🙁

Her daim şık olmaya gelince, ahahahahaha tabii ki öyle birşeyi henüz beceremedim. Yılbaşı gecesi giyindim süslendim, kızımla yeni yıl fotosu çektirdim ve hemen ardından soyundum dökündüm 🙁 özüme döndüm.

Olsun, hayal kırıklığı yok, pes etmek yok! Madem öyle, ben de, dedikodu yapmadığım her günü ve şık olabildiğim her anı not ederek yola devam ederim.

Bugün sabah saat 10:00 itibarı ile henüz HİÇ dedikodu yapMAdım 🙂 Yuppi…

31 Aralık gündüz programı, tabi ki kocayla başbaşa sinema keyfi: Hobbit izlemece! 3 saat süren fantastik filme ben bile bayıldım ki demek hakikaten güzel iş çıkarmışlar. İzleyiniz… Kocacım filmden çıktığımızdan beri dwarf’ların türküsünü söylüyor.

Yılbaşı gecesini eşim ve kızımla evde başbaşa geçirdik. Çok keyifliydi. Eşim HİÇ odasına giderek bilgisayarı başına oturmadı (onun yerine tabletini salona getirdi :), kızım çok uslu durdu ve vakitlice uyudu. Güzel bir fransız şarabı açtık, şato blah blah blah, apelasyon kontrole. Rokforumuz ve bilimum otantik peynirimiz vardı. Ha bir de geçen gün Komşufırın’ın bana çaktığı 15 TL değerindeki meşhur yılbaşı ekmeği. İyiydi yani. Oturduk Acun’un O Ses Türkiye’sini izledik. 12’de öpüştük sonra ben yatağıma, kocacim da bilgisayarına kavuştuk.

Ertesi sabah için ailecek AVM ziyareti ve bir brunch planlamıştık. İnci’nin ilk AVM ziyareti olacaktı. Kızım yine çok neşeli uyandı: 6:00! Ben günlük bakımını yaptım, o sırada sebze çorbasını ateşe koydum, yanıma alacaklarımı ayarladım, bulaşık makinesini boşalt, salonu topla, mutfağı hallet, kızı giydir… Vee kızı sabah uykusuna yatır, kaldır… derken eşim gerinerek yeni yıl sabahına kalktı, kız ile oynadı, Dora’yı kurcaladı ve onu yürüyüşe çıkardı. Sonra duş aldı falan falan ben o sırada kız tek elimde gözüme kalem çekmeye çalışıyordum… Sonra kızı yatağına koydum, suratını ekşitti, ona şarkı söyleyerek dişlerimi fırçaladım ve giyindim. Ama bunları dans edip sıçrayarak yaptım ki kız biraz oyalansın. O da bana garip garip bakarak mızlamaya devam etti. Çantaları paketleri aldık, hep birlikte arabaya indik. Benim arabamı kullanıyoruz, zira kızın araba koltuğu benim arabaya sabitlendi ve kurulumu çok alengirli, o arabadan bu arabaya taşımak akıl karı değil. Dediğim gibi, benim emektar Micra’ya konuşlandık. Arka sağ koltukta İnci, direksiyonda ben, yanımda kocacım. Bu arada, bir süredir arabamın sol arka kapısı açılmıyor, üç kapılı araba da en az tek kapı kadar zormuş arkadaş, hele de bir bebeğiniz varsa. Kızı ön kotukta soyarak (üşümesin diye) arka koltuğa atmak sureti ile yerine yerleştiriyorum. O kadar garip şekillere giriyorum ki geçenlerde telaştan arabanın anahtarını kontakta unutmuş çıkmışım. Ertesi sabah fellik fellik aradım, yok! Dur bir de arabaya bakayım dedim, amanın, anahtar kontakta sallanıyor. Allah bana yeni yıl hediyesi olarak Micra’mı bağışlamış yani.

Palladium’a vardık, kapalı garaja yöneldik, bir de ne görelim, kapı duvar. Halbuki saat tam 11:00. Hayret mayret, olacak iş değil dedik, Optimum’u denemeye karar verdik, aaaa o da kapalı. E ne yapsak ki, Osman’ın annesine uğramamız gerekiyordu, ama bu kadar erken uğramayı planlamamıştık. Mecburen saat 11:30’da kadının kapısına dayandık. Osman onun yeni bilgisayarını kurdu. Babannesi İnci’siyle oynadı. Başımıza geleni duyunca, ‘e kızım Buyaka’yı denesenize, orası kesin açıktır,’ dedi. Hakikaten çıkıp Buyaka’ya gittik. AVM 13’te açılacakmış, saat 12:40 falandı sanırım. Ama biz hemen girişindeki Midpoint’e gireceğimizi söyleyerek güvenliği atlattık. Midpoint’te de dana bacon’li yumurta sipariş ettik, iki kişi 30 liraya harika bir brunch yapmış olduk. İnci de sebze çorbasını itirazsız lüpletti. Herkes, ‘aa ne güzel iştahlı çocuk,’ falan dedi. Ben de hiç bozuntuya vermedim. Ardından İnci’mizi pusetine koyarak AVM’nin koridorlarını turladık. Kız hemen uyudu. Süperdi ya, vallahi süperdi. Eve dönüş yolunda bile uyudu kızım. Kocacimla sık sık Buyaka Midpoint’e gelmeye karar verdik.

Yeni yılın ilk yazısı biraz fazla uzun oldu sanırım. Bir iki şey daha kaldı anlatacak… Ama onu yeni bir başlıkla vereyim. Bu yazı ordan burdan çorbaya döndü…

Günlük kategorisine gönderildi | Yeni Yılın İlk Yazısı için yorumlar kapalı

Yeni Yılda Yapılacaklar

Ben her sene yılı bitirirken bir sonraki yıl üzerinde çalışacağım 3-4 konuyu belirlerim. Size de bunu hayli tavsiye ediyorum. Hem çok eğlenceli oluyor, hem de faydalı.

Ha bir de yeni yıla girmeden evvel tüm dileklerimi olmuş gibi, şimdiki zaman dilinde bir kağıda yazıyorum. Mesela:

Bu sene çok sağlıklı, huzurlu, keyifli ve mutluyum. Ailem ile beraber bolluk bereket, birlik beraberlik dolu bir sene geçiriyorum… gibi… Ama bu bir sonraki yazımın konusu.

Yapılacaklar demiştik… Hayatımın açık ara en güzel senesi 2012 bitmek üzere. Yeni yıla bir hafta kala, 2013’te başarmak istediklerimi düşünmeye başladım.

Madde madde sıralamak gerekirse:

1- Dedikoduyu Bırakmak: Uzun zamandır isteyip de malesef bir türlü başaramadığım birşey var, dedikoduyu bırakmak. Evet, benim için son derece gerekli ve bir o kadar da zor! Kişisel gelişimim için, insanların açıklarına odaklanmayı bir an evvel bırakmalıyım. Bu sigarayı bırakmak kadar zor. Eskiden, sigara olmadan bir cafe’de oturmanın ne tadı var derdim, bir süredir de dedikodu olmadan sohbetin ne tadı var diyorum. İşte bu noktada da ikinci madde imdadıma yetişiyor.

2- Gündemi Takip Etmek ve Güncel Kalmak: Dedikodusuz sohbet edebilmek için gündemi takip etmeliyim. Neler olup bitiyor, sinema, tiyatro… Haberdar olmalıyım.

3- Her Daim Bakımlı ve Şık Olmak: Nerede, ne zaman kiminle karşılaşacağını bilemezsin. En çok zaman geçirdiğim evimde de şık olmalıyım. Pijamalarla dolaşmayı bırakmalıyım.

4- Yoga eğitmenliği için bu sene adım atıyorum. 2013 yoga ile dopdolu geçecek.

İşte böyle. Bakalım sene sonunda bu alanlarda ne kadar yol kat etmiş bulacağım kendimi. Beni en zorlayacak olan, her daim bakımlı olmak, onun ardından da dedikodusuz yaşamak. Ama başaracağım. Kendimle gurur duyacağım.

Ya siz? 2013’te neler yapmayı planlıyorsunuz?

Günlük kategorisine gönderildi | 2 yorum

Ev Hayatından İş Hayatına

Alışmış kudurmuştan beterdir, derler. 35 yaşıma girmek üzereyim. Üniversiteden mezun olduğumdan beri çalışma hayatındayım. Kurumsal hayatta adım adım yükseldiğim sağlam bir kariyer yolum olmadı. Çünkü bunun bana göre olmadığını biliyordum. Değişik bir yoldan yürüdüm. Bankada bir sene çalışmak, farklı olduğumu anlamama yetti. Garsonluk yaptım, barmaid’lik yaptım, dev transatlantiklerde çalıştım, dünyayı dolaştım, yaş 30’a yaklaşınca Türkiye’ye döndüm ve otelcilik yapmaya başladım.

Bu yıl mart ayında kızımı dünyaya getirdiğimde, dünyanın en iyi lüks otel zincirlerinden birinde, İnsan Kaynakları – Eğitim Departmanında çalışıyordum ve red edilmesi zor bir teklif almıştım. ‘Kızım olmadan asla’ dedim ve bu muhteşem teklife sırtımı dönerek eve kapandım.

Ne mi hissediyorum, kızımın yanında olabildiğim için inanılmaz mutluyum. Hem anne, hem de tam zamanlı kariyer kadını olamayacağımı biliyordum, yani doğru şeyi yaptığıma eminim. LAKİN! Alışmış kudurmuştan beterdir, dedim ya, içimi kurtlar kemirmeye başladı. Endişe ve korku çanları çalmaya başladı… Neden mi? Dün market alışverişinde eşimin bana çıkarttığı ek kart yetersiz bakiye verdi… EVET, tetikleyici unsur bu kadar basit bir şeydi. Ya param olmazsa, ya eşim YOK derse, ya İŞ BULAMAZSAM ya…? ya…? ya…?

Aslında bir planım var, yarı zamanlı çalışabileceğim alternatif bir kariyer peşindeyim. YOGA EĞİTMENLİĞİ yapacağım. Ama ya yapamazsam, ya geç kalırsam, ya ev kadını olarak kalakalırsam, ya yeterince para kazanamazsam… Oh My God!.. diyerek kendimi evden dışarı attım. Kafamı toplamak için bir cafe’ye geldim. Yıllarca iş hayatı içinde yapamadığım ve hep hayalini kurduğum şeyi yapmak için, hafta içi bir cafe’de blog yazmak, düşünmek, hayal kurmak, plan yapmak için geldim:) Şu satırları yazarken bile endişe bulutlarının aralanmaya başladığını hissediyorum. Bir dakika, gidip bir kahve alacağım, az bekleyin olur mu?…

Kafeinsiz(emziriyorum da) tek espresso ile döndüm!

Nerde kalmıştık, yoga eğitmenliği. Birkaç senedir aklımın bir köşesindeydi bu plan. Bir gün bir yazı okudum. Yazıda, çalışanlarınızın zayıf yönlerini geliştirmeyi bırakın, onların güçlü yönlerini parlatın, diyordu. Çünkü, yeterince kullanılmayan güçlü yönler zamanla köreliyordu, bir kişinin zayıf yönü de ne kadar gelişirse gelişsin ortalama bir seviyeye gelebiliyordu ancak. Yani, şirketler yıllardır performans değerleme sistemi ile çalışanlarının zayıf yönlerine odaklanırken, kendilerine averaj bir çalışan kadrosu yaratmaktan öteye gidemiyorlardı.

DINNN! Kafamda bir ampul yanıverdi. Öyle ya, ben de senelerdir kendimde zayıf bulduğum yönlere odaklanıp duruyordum, onları averaja çekebilmek için uğraşadurayım, güçlü yanlarımı neredeyse hiç kullanmıyordum.

Son dört buçuk yıldır eğitim koordinatörlüğü yapıyordum ve bu süreçte gördüm ki sahnede insanlara bir bilgiyi aktarmakta çok başarılıyım. Politika, ayak oyunları, bürokrasi, dosyalama, raporlama ise güçsüz olduğum alanlar.

Yoga eğitmenliği sayesinde, tüm ofis işlerini ve kurumsal hayatın gerektirdiklerini geride bırakarak sadece bilgi aktarmaya odaklanabilecektim. HARİKA!

Bu uğurda ne mi yaptım? Kızım doğalı neredeyse 9 ay oldu, ben de aşağı yukarı 7 aydır düzenli olarak yoga yapıyorum. Haftada 2 iken 3’e, 3 iken 5’e çıkardım. Yakında da, mesela kızım sütten kesilince, hocalık eğitimini alacağım. Sanırım 2013’ün ikinci yarısında bu eğitimi alabilirim. 2014’te de yavaş yavaş hocalık yapmaya başlayabilirim belki. Tabi, eğitimini tamamlamış kişi nasıl iş bulur, ne kadar kazanır, hiçbir fikrim yok. Umarım herşey yolunda gider.

Yapmam gereken, anda kalmak, anın tadını çıkarmak ancak bu arada da hedefe adım adım yürümek. İŞTE BUDUR! Şimdi eve dönüp kızımı bağrıma basabilirim!

Günlük kategorisine gönderildi | Ev Hayatından İş Hayatına için yorumlar kapalı

Kamera – Son Durum

Eşim gidip bir kamera almış! Bir adet kamera, yani evin sadece bir odasını izleyebileceğiz. Ben bakıcımızı azıcık tanıdıysam, günün büyücek bir bölümünü diğer odalarda geçirecektir. Neden mi? Çünkü izlenmekten hoşlanmayacaktır.

Bu sebeple henüz kamerayı kurdurmadım. İki adet kamera daha alırsak, salonu, mutfağı ve kızımın odasını izleyebiliyor olacağız. Beklemedeyim!

Ha, bakıcımıza kamera konusunu açtım. Hiç tepki vermedi. Geçen hafta biraz gerilmiştik ya, o sebepten böyle bir karar verdiğimi düşündü herhalde. Dedi ki, benimle ya da eşimle bir sorunu yokmuş, sadece evdeki köpekmiş derdi. Çünkü her gün süpürsek de ev tüy oluyormuş, midesi bulanıyormuş. Yoksa bizimle çalışmaktan ötürü şikayeti yokmuş.

Ona, ‘Diyecek bir şey yok, Dora evimizin bir ferdi, bu fikre kendini alıştırmaya çalış, bak Dora’nın alanını kısıtladık, kızın odasına, salonda kıza ayırdığımız bir bölüme giremiyor, kanepe ve koltuklara çıkmıyor. Bu kadar yapabiliriz, daha fazlasını bekleme,’ dedim. Olay öylece kapandı. Ama sonuç olarak kamera fikrini kendisine açtım.

İşin ilginç yanı, aramızdaki gerginliği aştık ve kamera fikri benim için önemini yitirir gibi oldu. İşte bu da düşebileceğiniz tuzaklardan birisi. Bakıcı ile yakınlaşınca, kamera fikri gereksiz görünmeye başlıyor. Ya da pahalı, zahmetli vs vs… Yok, bu tuzağa da düşmemeli.

Diğer kameraların gelmesi bakalım ne kadar zamanımızı alacak, takipte kalınız…

Günlük kategorisine gönderildi | Kamera – Son Durum için yorumlar kapalı

Bebek Bakıcısı: Eve Kamera Kurmalı mı?

Kesinlikle EVET!

Çok yakın bir zamanda, yakın bir arkadaşımın başına talihsiz bir olay geldi. Biliyorum, bu hikayeleri okumak istemiyorsunuz, içiniz şişiyor, ama n`olur bunu okuyun. Söz, canınızı çok acıtmadan anlatacağım.

Arkadaşım çalışan bir anne. Hamile kalıp dünyalar tatlısı kızını doğurunca bakıcı olarak tanıdığı, bildiği, güvenilir bir kadınla anlaştı. Yıllardır evine temizliğe gelen Emine Ablası ile. Emine Abla aslında okuma yazma bilmeyen cahil bir kadın, ama arkadaşım bunu gözardı etmeye karar verdi, çünkü bu kadını yıllardır tanıyordu, en azından kızına kötü davranmayacağını(!) biliyordu. Kadın iki yaşına kadar kızına baktı. Emine Abla’ya ayıp olmasın, ona güvenmediklerini düşünmesin diye kamera ya da ses kaydı işlerine hiç girmediler. Ancak bir gün üst kat komşuları dedi ki, bu kadın bütün gün kıza bağırıyor, hatta ‘Allah belanı versin’ diyor…

İnanır mısınız, arkadaşım buna hiç ihtimal vermedi, onlar yanlış duymuştur, Emine Abla yapmaz, televizyondan gelmiştir o ses, ya da belki telefonda konuştuğu birine bağırıyordur vs dedi. Durun, lütfen yargılamayın. Arkadaşımı çok iyi anlayabiliyorum. İnsan konduramıyor, olamaz diyor. Ama, yine de ÇOK ŞÜKÜR ki eve dinleme cihazı koydular. Cihaz tüm gün kayıt alıyor, ama anne baba akşam işten eve yorgun argın gelince 10 saatlik kaydı dinlemeye üşeniyorlardı, ya da vakit kalmıyordu. Bir kaç ay da böyle geçti. Ve bir gün arkadaşımın eşi oturup o günkü kaydı baştan sona dinledi. Ortaya çıktı ki kadın TÜM GÜN çocuğa bağırıp çağırıyor, küfrediyor ve hatta vuruyor. Zavallı kız dayağı yiyip ağlaya ağlaya yatağında uyuyor. Yazarken içim acıyor 🙁 Üstelik bu çocuk konuşmayı az çok çözmüş bir çocuk ve bu durumu annesine söylemedi, söyleyemedi.

Şimdi yeni bir bakıcıları ve evde güvenlik kameraları var. Bugün kendisi ile konuştum. Ben de kamera koymak istiyorum ama bakıcıya bunca aydan sonra kamera fikrini nasıl açarım diye endişeleniyorum, dedim. ‘SAKIN’ dedi. ‘Sakın öyle düşünme, kameranı kur, bakıcına bildir, işine gelmiyorsa çeker gider başkasını bulursun.’

Anneler, anne adayları, en güzeli internetten izlenebilir kameralardan kurmak eve. Böylece günde bir kaç kez spontan olarak evde neler olup bittiğini izleyebilirsiniz. Çünkü kayıtları oturup izlemeye vakit bulmak zor. Ben de bu hafta içinde kamera işini halledip bakıcımıza bildireceğim. Kesinlikle çok bozulacak, bakalım neler olacak, size bildiririm.

Günlük kategorisine gönderildi | 1 yorum

Bebek Bakıcısı: Onlarla da Olmuyor, Onlarsız da

Adam çalıştırmak ne kadar zor. Aynı evin içinde başka bir kadınla yaşamak ne zor. Ben kendi annemle ya da kız kardeşimle dahi aynı evde yaşayamazdım sanırım. Ama, kızım 40 günlük olduğundan beri bakıcımızla yaşıyorum.

Gündüzlü, Türk bir bakıcımız var. 50 yaşında, temiz pak, iş bilir, titiz bir kadın. Genel anlamda kendisinden memnunum ve benim için hayatı oldukça kolaylaştırıyor. Ev işleri ile ilgileniyor, siliyor, süpürüyor, toparlıyor, kızın çamaşırlarını yıkıyor, ütülüyor ve ben sabahları yogada iken kızı ona bırakabiliyorum, yedirip içirip uyutuyor.

AMMA VELAKİN ikimiz de bir arada olmakta zorlanıyoruz. Onun açısından bakarsak bizim aile ve ev hayatımız ona ters(tir herhalde). Mesela biz köpek besliyoruz. Bunu bilerek eve geldi ama köpeğimizden tiksiniyor, sürekli bunu ima ediyor ve Dora’nın da evin bir ferdi olduğunu bir türlü kabul edemiyor. Ara ara imalı laflar edip duruyor, yok peygamber efendimiz evde köpek beslenmesine karşıymış, yok köpek olan eve melek girmezmiş, yok geçen gün bir tanıdığının çocuğunda kist çıkmış, allerji olmuş vs… Aslında bunlara kulak asmamalı, üstünde durmamalı ama evinizde her gün suratı ekşi bir kadınlaysanız bir süre sonra canınız sıkılmaya başlıyor.

Sonra, herşeyin kendi bildiği, istediği gibi olmasını istiyor. Ufacık birşey söylesen tüm gün surat asıyor. Falan filan… Liste böyle uzuyor. Ama hepsi ufak tefek şeyler… ‘Memnun değilsen gönder, yeni bir kadın bul,’ dediğinizi duyar gibiyim. O kadar da kolay olmuyor işte malesef. ‘Kız ona alıştı, gelen gideni aratır,’ diyorsun ve idare ediyorsun. Bebeğini sevsin, ona iyi davransın diye onun iyi tarafında kalmaya çalışıyorsun. ‘Hiç yardım almadan bebeğimi büyütebilir miyim?’ diye soruyorsun kendi kendine, ‘yok yok olmaz, yardım almalı,’ diyorsun ve susuyorsun.

İnsan ilişkileri zor. Ama insan sosyal bir varlık, öyle ya da böyle adam çalıştırmayı, yönetmeyi, hayır demeyi, taviz vermeyi, vermemeyi, prensipli olmayı, idare etmeyi öğreniyoruz hayatın içinde.

Bana çok demişlerdi, ‘fazla içlı dışlı, samimi olma bakıcı ile’ diye. Ama, ben samimi bir insanım ve bakıcımıza abla demeyi, senli benli konuşmayı, tercih ettim. Lakin, baştan başlasaydım, ‘sizli bizli’de kalırdım büyük ihtimalle, yüz göz olmazdım. Düşünsenize, sekiz aydır tanıdığım kadın geçenlerde benden ‘yazlık ev almak için’ tam 20 bin TL istedi. Epey güldüm, o kadar nakiti kim kaybetmiş ben bulayım, dedim, hiç çekinmeden annemden, kayınvalidemden, hatta kız kardeşimden istememi söyledi. Düşünün artık YUH! 

Sonuç olarak bakıcı ile çalışacak yeni annelere ya da anne adaylarına nacizane tavsiyelerim şöyle:

1- Kesinlikle ve kesinlikle en baştan kamera sistemi kurun ve bundan kadının da haberi olsun. Baştan koymadığınızda sonradan çok daha zor oluyor. (Bu konu ile ilgili yazacağım)

2- Fazla samimi olmayın, aranızda bir mesafe olsun. Roller karışmasın, siz işverensiniz o çalışan. Bunu unutmayın, unutturmayın.

3- Onun rahat etmesini, mutlu olmasını önemseyin çünkü tüm gün çocuk bakmak gerçekten zor, bakıcının da gün içinde nefes alması gerekiyor.

4- Kurallarınızı, koşullarınızı baştan konuşun.

5- Ufak şeylere gözünüzü kapatın. Önemli olan çocuğunuza nasıl baktığı. Çünkü sürekli bakıcı değiştirmek çocuk için iyi değil. Bununla beraber ortada bariz sorunlar varsa şunu da unutmayın, her zaman yeni bir bakıcı bulabilirsiniz. Kimse bulunmaz hint kumaşı değil.

Şimdilik aklıma gelenler böyle. Çok şükür ki ben çalışan bir anne değilim, günün sadece kısa bir bölümünde evden ayrılıyorum. Çalışan anneleri çok takdir ediyorum ve onların kaygılarını, çektikleri sıkıntıları çok iyi anlıyorum. Mesela benim bakıcı ile yollarımı ayırmam çok daha kolay, çünkü bebeğimin temel bakımı benim üzerimde. Ama bu karar çalışan anne için çok daha zor. İşte bu nedenlerle çalışan annelere iyi bir bakıcı bulabilmeleri için buradan pozitif enerji ve iyi dileklerimi yolluyorum.

Günlük kategorisine gönderildi | Bebek Bakıcısı: Onlarla da Olmuyor, Onlarsız da için yorumlar kapalı

9 Months Up, 9 Months Down

Malum, hamile kalabilmek için destek almıştık. Aşılama işleminden 3 ay evvel vücudumu bu işleme en elverişli hale getirebilmek için aile hekimi Dr Murat Berksoy’un önerdiği bir diyet(diyetleri hiç sevmem, asla da tam uygulayamam) uygulamaya başlamıştım. Dr Murat’a göre hamilelik döneminde sadece 10 kg almalıydım ve eğer bunu başarırsam doğumdan sonra bir hafta içinde eski kiloma dönebilecektim. Ne mümkün! Ben ilk 3-4 ayda nerdeyse 10kg almıştım bile… Halbuki doğuma son üç hafta kalana dek deli gibi çalışmıştım. İnanılmaz koşturmacalı, yoğun bir dönemdi. Yeme düzenim ise her zamanki gibiydi, yani hamileyim diye iştahım artmamıştı. Ama yine de düzenli olarak bol bol kilo alıyordum. Hadi 15 kg’i  hedefleyelim bari dedim, nerdeee… Bir iki ay daha geçti, 15 kg’ı da devirdim. Zaten sonra da saymayı bıraktım. Doğuma girerken normal kilomun tam 22 kg üzerindeydim.

AMA, inanın bu durumu hiç kafama takmadım. O kadar mutluydum ki, bir bebeğim olmuştu, daha ne isteyebilirdim Allah’tan. Hiç diyet yapmadım, hem de hiç. Doğumdan bir hafta sonra tam 10 kg vermiştim. O kadar düzeldi ki moralim, oh dedim bir iki aya eski kiloma inerim ben, ama öyle de olmadı 🙂 Çok yavaş yavaş gitmeye başladı kilolar. Ben acıktıkça ve doyana kadar canım ne istiyorsa onu yedim. Kızımı emzirdim, bol su içtim ve çok hareket ettim. Bakıcımız diyor ki, bir dakika oturmuyormuşum, tabii ne yesem yakarmışım. Aslında bebek olunca istesen de oturmaya vaktin olmuyor. Kızla ilgilen, oyna, köpeği(Dora) günde iki kere yürüt, kızla yürüyüşe çık, alışveriş, yemek, ha tabi bir de yoga. Kızım 3 aylıkken düzenli olarak yoga yapmaya başladım. Şu anda kızım 8 aylık ve ben hamilelik öncesi kilomdayım, 53 kg. Üstelik vücut şeklim hamilelik öncesinden daha güzel bence. Mesela hamilelikten sonra ‘bence’ dar olan sırtım ve omuzlarım genişledi, göğüslerim büyüdü böylece kalçamla daha orantılı hale geldiler ve o kadar kiloya rağmen hiç çatlağım olmadı, falan filan 🙂 Ama karnım hala yumuşacık ve göğüslerim sarktı 🙁 Karnım eninde sonunda kaslarına kavuşacak, yoga sağolsun, ama göğüsler fena, ya estetik olacağım ya da destekli sütyenlerle yola devam. Ama dedim ya, genel anlamda vücudumun şimdiki şeklini çok daha fazla seviyorum.

Kısacası, hani 9 months up, 9 months down derler ya, benim için durum aynen böyle oldu. Anneler, anne adayları kilolar gidiyor, yeter ki siz kiloları kafanıza takmayın, kendinizi akışa bırakın, vücudunuza zaman tanıyın… Acıktıkça, doyana kadar, istediğiniz şeyi yiyin. Ama, mümkün olduğunca hareket edin.

Günlük kategorisine gönderildi | 9 Months Up, 9 Months Down için yorumlar kapalı

Seçimler: Önce Bebek mi, Ben mi, İlişkim mi?

Bugün çok severek takip ettiğim bloglardan birinde bir yazı okudum. Çalışan bir anne olan blog sahibi hafta içi tipik bir iş gününü yazmış.

Kızı henüz bir yaş civarında anladığım kadarıyla. Kadıncağız saat yedide uyanıp işe gitmek için sessiz sedasız hazırlandığını, çünkü kızı uyanırsa onunla oynamak isteyeceğini halbuki buna zamanı olmadığını söylemiş. Akşam da kızı uyuduktan sonra eve gelebiliyormuş. Gece uykusu çok önemliymiş kendisi için, bu nedenle gece beslemelerini eşine devretmiş, kendisi deliksiz uyuyormuş. Bu arada, kızını emzirmek istemediğine henüz hamileyken karar vermiş ve bebeği hiç emzirmemiş, ama hazır mamalar sayesinde bebeği gayet sağlıklıymış. Onun için önem verdiği şeylerin sıralaması: 1-Kendisi, 2-İlişkisi, 3-Bebeğiymiş çünkü birincisi olmadan ikincisi, ikincisi olmadan üçüncüsü olamazmış…

Düşündüm, ben böyle yaşayabilir miydim? Çok mecbur kalmadıkça (maddi olarak) ASLA! Bebeğimi ilk hissettiğim andan beri benim için önce bebeğim, sonra ben ve ilişkim geliyor.

Herkes farklı, hepimizin seçimleri, olanakları farklı. Lütfen söz konusu anneyi yargıladığımı ve kendi seçimimi savunduğumu düşünmeyin. Sadece kendimden, kendi hissettiklerimden söz ediyorum. İki kadın, iki farklı hayat, iki farklı seçim.

Benim için önce bebeğim geliyor. Hormonlarım mı, aklım mı, kalbim mi nedeni, bilmiyorum. Sadece tüm hücrelerimin en ücra köşelerine kadar bedenim, ruhum, kalbim, aklım bana emrediyor, önce bebek. Aslında bu gayet doğal bir durum değil mi? Yani, doğada da durum bu değil mi? Bebeğin en muhtaç olduğu dönemde, hormonların da etkisiyle anne için önce bebeği gelmiyor mu?

Şehirli ve kurumsal hayatta çalışan kadınların olayları doğal akışından çıkarıp herşeyi kendileri ve etrafları için bu kadar zorlaştırmalarını anlayamıyorum. (Tamam burda biraz yargılamaya başladım galiba). Şunu demek istiyorum. Blog sahibi anneyi okurken şu hisse kapıldım. Aslında ona da tüm hücreleri önce bebek diye emrediyor ama o bu emirle savaşıyor, çünkü aksi taktirde mom-zilla olacağına, eşinin gözünde ya da iş yerinde değer kaybedeceğine inanıyor. Ve kendisini zorlayarak, büyük bir çaba ile bebeğini üçüncü sıraya yerleştiriyor. Halbuki bebişi zaten hızla büyüyecek, bu acele niye? Ne var biraz bebeği ilk sıraya koysak, hem onun tadını çıkarsak, hem en çok bize ihtiyacı olduğu dönemde onun yanında olsak?

AMA herkesin seçimlerine saygı duymak gerekiyor, anlamasam da saygı duyuyorum. Çünkü, her anne farklı, her bebek farklı, her durum farklı.

Ben kendi adıma bebeğimle olabildiğim, yardımcı tutabildiğim ve aynı zamanda da kendim için birşeyler yapabildiğim için (haftada 5 gün yoga yapıyorum) ÇOK mutluyum! ÇOK şanslıyım!

Günlük kategorisine gönderildi | Seçimler: Önce Bebek mi, Ben mi, İlişkim mi? için yorumlar kapalı