Yeni Yılın İlk Yazısı

Yılın ikinci günü, Hafize Abla’nın gelmesi ile kendimi evden dışarı attım. Aslında yogaya gidecektim ama, bu sabahki dersi veren hocanın stili bana uygun değil. Kendisi iyi bir hoca, bu çok belli, ama o kadar detaylı konuşarak pozları anlatıyor ki onu duymaya çalışırken zihnim hep devrede olduğundan vücudumu dinleyemiyorum. Yoga ile ilgilenen bir tanıdığım bundan söz etmişti bana, yani çok konuşarak ders yapan hocaların kendisine hitap etmediğini, Meşhur bir Yoga Merkezinde derslerin bu şekilde verildiğini söylemişti. O zaman ne demek istediğini anlayamamıştım. Ama o dediği merkezden olan bu hocanın dersine bir kez girmem onu anlamama yetti. Dediğim gibi, asanaları çok iyi biliyor evet ve tüm gücüyle bize aktarmaya çalışıyor ama kendisi bile konuşurken nefessiz kalıyor. Ben de onu dinlerken tıkanıyorum.

Her neyse, bu sebeple öğlen 12’deki dersi denemeyi seçtim ve kendimi Starbucks’a attım. Notebook’umu açtım, yazmaya koyuldum. Bu arada da kocamın ne zamandır içmemi önerdiği soya sütüne tall latte’yi (kafeinsiz olarak) deniyorum. Hiç fena değilmiş 🙂

Yeni yılda dedikodu yok, her daim şık olmak var demiştim ya… Yılın ilk dedikodusunu yaptım bile 🙁 Dün eşimle arabada giderken bir arkadaşımın bir huyunu sevmediğimi söyledim. Ama hemen ardından diğer huylarını ne çok sevdiğimi ve aslında iyilerin kötüyü silip götürdüğünü falan falan söyleyerek geri adım attım. Yine de biliyorum, ilk dedikodu yapılmış oldu 🙁

Her daim şık olmaya gelince, ahahahahaha tabii ki öyle birşeyi henüz beceremedim. Yılbaşı gecesi giyindim süslendim, kızımla yeni yıl fotosu çektirdim ve hemen ardından soyundum dökündüm 🙁 özüme döndüm.

Olsun, hayal kırıklığı yok, pes etmek yok! Madem öyle, ben de, dedikodu yapmadığım her günü ve şık olabildiğim her anı not ederek yola devam ederim.

Bugün sabah saat 10:00 itibarı ile henüz HİÇ dedikodu yapMAdım 🙂 Yuppi…

31 Aralık gündüz programı, tabi ki kocayla başbaşa sinema keyfi: Hobbit izlemece! 3 saat süren fantastik filme ben bile bayıldım ki demek hakikaten güzel iş çıkarmışlar. İzleyiniz… Kocacım filmden çıktığımızdan beri dwarf’ların türküsünü söylüyor.

Yılbaşı gecesini eşim ve kızımla evde başbaşa geçirdik. Çok keyifliydi. Eşim HİÇ odasına giderek bilgisayarı başına oturmadı (onun yerine tabletini salona getirdi :), kızım çok uslu durdu ve vakitlice uyudu. Güzel bir fransız şarabı açtık, şato blah blah blah, apelasyon kontrole. Rokforumuz ve bilimum otantik peynirimiz vardı. Ha bir de geçen gün Komşufırın’ın bana çaktığı 15 TL değerindeki meşhur yılbaşı ekmeği. İyiydi yani. Oturduk Acun’un O Ses Türkiye’sini izledik. 12’de öpüştük sonra ben yatağıma, kocacim da bilgisayarına kavuştuk.

Ertesi sabah için ailecek AVM ziyareti ve bir brunch planlamıştık. İnci’nin ilk AVM ziyareti olacaktı. Kızım yine çok neşeli uyandı: 6:00! Ben günlük bakımını yaptım, o sırada sebze çorbasını ateşe koydum, yanıma alacaklarımı ayarladım, bulaşık makinesini boşalt, salonu topla, mutfağı hallet, kızı giydir… Vee kızı sabah uykusuna yatır, kaldır… derken eşim gerinerek yeni yıl sabahına kalktı, kız ile oynadı, Dora’yı kurcaladı ve onu yürüyüşe çıkardı. Sonra duş aldı falan falan ben o sırada kız tek elimde gözüme kalem çekmeye çalışıyordum… Sonra kızı yatağına koydum, suratını ekşitti, ona şarkı söyleyerek dişlerimi fırçaladım ve giyindim. Ama bunları dans edip sıçrayarak yaptım ki kız biraz oyalansın. O da bana garip garip bakarak mızlamaya devam etti. Çantaları paketleri aldık, hep birlikte arabaya indik. Benim arabamı kullanıyoruz, zira kızın araba koltuğu benim arabaya sabitlendi ve kurulumu çok alengirli, o arabadan bu arabaya taşımak akıl karı değil. Dediğim gibi, benim emektar Micra’ya konuşlandık. Arka sağ koltukta İnci, direksiyonda ben, yanımda kocacım. Bu arada, bir süredir arabamın sol arka kapısı açılmıyor, üç kapılı araba da en az tek kapı kadar zormuş arkadaş, hele de bir bebeğiniz varsa. Kızı ön kotukta soyarak (üşümesin diye) arka koltuğa atmak sureti ile yerine yerleştiriyorum. O kadar garip şekillere giriyorum ki geçenlerde telaştan arabanın anahtarını kontakta unutmuş çıkmışım. Ertesi sabah fellik fellik aradım, yok! Dur bir de arabaya bakayım dedim, amanın, anahtar kontakta sallanıyor. Allah bana yeni yıl hediyesi olarak Micra’mı bağışlamış yani.

Palladium’a vardık, kapalı garaja yöneldik, bir de ne görelim, kapı duvar. Halbuki saat tam 11:00. Hayret mayret, olacak iş değil dedik, Optimum’u denemeye karar verdik, aaaa o da kapalı. E ne yapsak ki, Osman’ın annesine uğramamız gerekiyordu, ama bu kadar erken uğramayı planlamamıştık. Mecburen saat 11:30’da kadının kapısına dayandık. Osman onun yeni bilgisayarını kurdu. Babannesi İnci’siyle oynadı. Başımıza geleni duyunca, ‘e kızım Buyaka’yı denesenize, orası kesin açıktır,’ dedi. Hakikaten çıkıp Buyaka’ya gittik. AVM 13’te açılacakmış, saat 12:40 falandı sanırım. Ama biz hemen girişindeki Midpoint’e gireceğimizi söyleyerek güvenliği atlattık. Midpoint’te de dana bacon’li yumurta sipariş ettik, iki kişi 30 liraya harika bir brunch yapmış olduk. İnci de sebze çorbasını itirazsız lüpletti. Herkes, ‘aa ne güzel iştahlı çocuk,’ falan dedi. Ben de hiç bozuntuya vermedim. Ardından İnci’mizi pusetine koyarak AVM’nin koridorlarını turladık. Kız hemen uyudu. Süperdi ya, vallahi süperdi. Eve dönüş yolunda bile uyudu kızım. Kocacimla sık sık Buyaka Midpoint’e gelmeye karar verdik.

Yeni yılın ilk yazısı biraz fazla uzun oldu sanırım. Bir iki şey daha kaldı anlatacak… Ama onu yeni bir başlıkla vereyim. Bu yazı ordan burdan çorbaya döndü…

Bu yazı Günlük kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.