14 Mart Perşembe – Kumru Ailesi – Son Durum

Balkona yuva yapmış kumrularla ilgili son durum şöyle: İnci Kız, eve gelen her misafire kumruları anlatıyor (tabi kendi dilinde). Gece uyumadan önce de kumrulara el sallayıp öpücük atıyor, iyi uykular diliyor (yine kendi dilinde).

Günlük kategorisine gönderildi | 2 yorum

13 Mart Çarşamba – Migros Market Mağduru

Dün Caddebostan Migros’tan alışveriş ettim. Kasada ödememi yaptıktan sonra mutlaka bir kenara gider, fişi gözden geçiririm. Yine yaptım. Aa, bir de baktım, listede almadığım bir ürün var. Fiyatı da 13-14 lira. Kasaya geri döndüm, baktık, araştırdık. Meğer kilosu 20 lira olan çubuk tarçın yerine, kilosu 70 lira olan ıhlamur çiçeği kodunu girmişler. Özür dilediler, 10 lira para iadesi aldım.

Eve döndüm. Hafizabla’ya anlattım. ‘Aa gördün mü bak, hep kontrol etmek lazım,’ dedik. Bu arada, bizim evde Skoçbrayt’ın tüy toplayıcı rulosu çok kullanılır, malum köpekli ev. Migrosta %50 indirimdeydiler, 12tl yerine 6tl’den satılıyorlardı. Onlardan da 5-6 adet almıştım. Hafizabla da dün evine dönerken Migros’a uğrayıp onlardan alayım demiş. Bir de bakmış ki, indirim mindirim yok. Sabah bana geldi, söyledi. Çıkardık, benim fişe baktık. Hakikaten 12tl’den satmışlar hepsini. ‘Ulan,’ dedim, ‘yaktım sizi’. Hemen atladım arabaya, sabah 10, Caddebostan Migros’tayım. Önce reyona koştum. Ürün etiketinin fotoğrafını çektim. Hakikaten %50 indirim, 6tl diyordu etiket. Sonra danışmaya geldim, durumu bildirdim. Kontrol ettiler, özür dilediler. Etiket haftasonundan kalmış ve bana 13-14tl’lik bir para iadesi yaptılar.

Yani, Caddebostan Migros öyle bir miçti ki, aynı fişe iki gün üst üste toplam 25tl’lik para iadesi yapmak durumunda kaldı.

Migros böyle yaparsa diğer markalar ne yapar, siz düşünün artık. Fişleri zaten gözden geçirirdim. Bundan böyle didik didik kontrol edeceğim.

MİGROS MARKET MAĞDURU vol.2: Bu yazıyı yazdıktan hemen sonra olanlara inanamazsınız. Paramı aldım, eve vardım. Bir de baktım ki sadece 2 Skoçbrayt’ın parasını almışım, diğer üçünü vermemişler. Salaklık bende. Bir hesap et, say paranı, di mi? Yok! Toplam 18tl daha alacağım varmış meğer. Kendime kızdım, onlara kızdım. Atladım taksiye doğru Migros’a. Taksiciden de fiş istedim, gidiş dönüş toplam 14tl. Migros’taki görevliden müdürü istettim. Durumu bildirdim. Adam hemen 18tl’mi verdi ama ‘Taksiyi ödeyemeyiz,’ dedi. Böyle bir uygulamaları yokmuş. Bu esnada, yogadan tanıdığım bir kadıncağızla karşılaştım. O da yanlış etiket mağduru. Müdürü bekliyordu. ‘Aman,’ dedim. ‘Fişinizi üç kere kontrol edin. Caddebostan Migros kendini şaşırmış.’

Müdüre, ‘Bakın’, dedim. ‘Ben de hizmet sektöründen geliyorum. Kariyerinizi düşünüyorsanız, insiyatif kullanın ve bana taksi paramı geri ödeyin. Yoksa yarın üstlerinizden bir telefon gelecek ve size neden insiyatif kullanmadığınızı soracaklar.’

Müdür, ‘O zaman kendi hesabımdan çekip ödeyeyim.’ dedi. ‘Siz bilirsiniz,’ dedim.’ Adam pişkin pişkin, ‘Bekleyin, çekip geliyorum,’ dedi. Şaşkına bakın ya. ‘Bırak kalsın, yarın sosyal medyadan takip et gelişmeleri.’ dedim.

Şaşırmayın a dostlar. Bugüne bugün, TAM 3 takipçisi olan bir Tivitır hesabım, ortaokul lise arkadaşlarımdan mütevellit de bir Feysbuk hesabım mevcut. Üstüne de bir bloğum var ki, onun da nerden baksanız 5-6 takipçisi var. Hehehe!…

Sonuç mu? Dün Caddebostan Migros’tan 150 TL lik alışveriş yapmıştım. Bugün bunun 50tl’sini geri aldım. Fişi hala saklıyorum. Canım sıkıldıkça gidip arıza çıkaracam.

Günlük kategorisine gönderildi | 1 yorum

Yuvayı Dişi Kuş Yapar – Kumru

Evimizin balkonuna kumrular yuva yaptı. Cumartesi sabahı, kızın odası hava alsın diye balkonun camını açtım. Açmamla beraber içerden dışarıya bir kuş, kanat çırpa çırpa, uçtu gitti. Öyle aniden, burnumun dibinden uçup gidince ürktüm, bir ufak çığlık attım.

Balkonuma ilk kez kuşlar yuva yaptı. Onları ürkütmeden izlemeye çalışıyorum. Çok enteresan. Yuvayı hakikaten dişi kuş yaptı. Baba kumru yuvaya ağaç dalları taşıdı. Küçücük canıyla, tek tek çer çöp getirdi, anne kumruya verdi. Anne de o çöpleri yuvaya sokuşturdu. Bu işleme üç gün kadar devam ettiler. Saatlerce, tek tek… Yuvayı dişi kuş yaptı tabi ama, erkeğin yardımıyla.

Biliyorum, balkonda biraz çer çöp, kaka maka olacak. N’apalım, varsın olsun. ‘Yuva yıkanın yuvası olmaz!’ diyerek Hafizabla’yı da sindirdim. İnci Kız zaten kuşlara çok meraklıydı, şimdi odasının balkonunda, yanı başında bir kumru ailesi yaşıyor. Yukarı bakmayı beceremediğinden kuşları keşfetmesi biraz zaman aldı. Ama sonunda göstermeyi başardık. Şimdi, ‘Kuşlar nerde kızım?’ diyoruz, hemen yukarı bakıyor, ‘Ih, ıh!’ diye parmağıyla işaret ediyor.

Bu arada, doğadaki iş bölümüne bakın dostlar. Dişi kuş evde, bebişleri doğuruyor, besliyor, büyütüyor. Erkek kuş da yuvaya yemek getiriyor. Yani dişi kuş bizim gibi ‘Ulan kariyeri de bıraktık’ diye dertlenmiyor. Çünkü anda, anı yaşıyor. Maalesef andan kopmak ve endişe denizinde boğulmak insana has bir durum.

Not: Kuşlar kadar özgür olsun zihnimiz…

Günlük kategorisine gönderildi | Yuvayı Dişi Kuş Yapar – Kumru için yorumlar kapalı

12 Mart 2013 – İnci Bir Yaşında

Bugün can kızım, İnci mercan kızım BİR yaşında! Zaman uçup gidiyor. Her hali bir başka güzel kızımın.

Fotoğraflara yansımayan, kameralara sığmayan bir güzelliği var bebeklerin. Tüm bebeklerin. Bir koku, bir ışık, bir tat… Tam olarak nereden kaynaklandığını bilemediğim bir güzellikleri var. Hatta sadece insan yavrusunda değil, tüm canlıların yavrularında aynı güzellik mevcut. Beni mıknatıs gibi kendilerine çeken bir enerji. Melek enerjisi.

Bu cumartesi günü kızımız için minik bir parti yapıyoruz. Babaannesi ile dedesinin İnci’ye doğum günü hediyesi. Babaannemiz dedi ki, ‘Birinci yaş ve onsekizinci yaş önemlidir, birinciyi ben yapayım, onsekizi siz düşünün artık.’

Partimizi, sırf bu işler için tasarlanmış bir cafe’de (www.happyfamily.com.tr) yapacağız. Daha önce diş buğdayı için evde toplanmıştık. Ben öyle misafir ağırlamaya alışkın olmadığım için epey stresli geçmişti 🙂 Herkes mutlu mu, ortamın ısısı uygun mu, herkes oturdu mu, yemeğini içeceğini aldı mı, sohbet güzel mi, kızım iyi mi vs. derken ben bayağı gerilmiştim 🙂 Bu kez tüm stresi profesyonellere devrediyorum ve çantamı alıp misafir gibi kızımın partisine gidiyorum 🙂

Çok kalabalık olmamaya özen gösterdim. Sadece çekirdek ailemizi ve sık sık görüştüğüm, hatta kendileri de çocuklu olan arkadaşlarımızı çağırdım. İnsanların bir cumartesi günü var zaten, onları istemedikleri bir partiye gitmek zorunda bırakmayayım dedim. Hem İnci’m de kalabalıkta hırpalanmaz. Cumartesi günü nasıl geçti, size yazacağım. Hatta, evde ve dışarda yapılan çocuklu toplantıları karşılaştırmalı olarak anlatacağım. Belki sizin de işinize yarar.

Aile olmak çok güzelmiş. Karı koca olmak da çok güzel elbette ama bir de çocuk eklenince insan hakikaten aile olduğunu hissediyor. Evladına duyduğun sevgi o kadar büyük oluyor ki, zamk gibi o iki kişiyi de sonsuza dek birbirine bağlıyor.

Not: Çocuğum olmasaydı, evlat edinmenin yollarını araştırırdım. Anne baba olmamışsanız söyleyeyim, doğurduğum için sevmiyorum İnci’yi. Sevgi emek ister derler ya, doğru. Onu besleyip büyüttükçe, ihtiyaçlarını giderip mutlu ettikçe seviyorum kızımı.

Günlük kategorisine gönderildi | 4 yorum

7 Mart Perşembe – Kadıköy’üm

Ve havalar ısınmaya başlar…

Bir kışı daha geride bırakıyoruz. Bahar kapıda. Güneşi gördükçe içim ısınıyor. Sıcak memleketlerde yaşamak gibisi var mı? Kuzey Avrupa’da ve Rusya’da yaşayan arkadaşlarım var. Haberlerini alıyorum, eksi 22 derecelerden söz ediyorlar, aman yarabbim. İnsanın yaşama sevinci donar oralarda, en azından benimki kesin donardı.

Ben böyle güzel havalarda kendimi sokaklara vururum. Özellikle de Kadıköy’ün dar sokaklarına. Öyle, avare avare sürterim. Bayılırım buna. Bugün de bir iki ufak işi bahane edip hemen memleketime, Kadıköy’üme geldim. Otantik’te patatesli gözleme, Cafe&Shop’ta çay keyfi yaptım. Bu kaldırımların her santimetrekaresinde gençliğimin güzel anıları yatar.

35 yaşında, bir çocuklu, sigara ve alkol kullanmayan Tuğçe’nin yürüdüğü bu yollarda, zamanında, 20’lerinin sonlarında çılgın bir Tuğçe daha yürümüştür. Sanki yanımdan geçer gider, görürüm.

Bağdat Caddesi’nin halkı, evli, çocuklu ya da emeklidir. İki baştan girişlerde evlilik cüzdanı sorarlar, puseti olmayanı içeri salmazlar. Gençleri, aynı marka palto, aynı marka ayakkabı giyer. Kızların saçları aynı modeldir. Cem Yılmaz’ın ‘Acımız Büyük’ gözlüklerinden takarlar, çantalar dirseklerde asılıdır.

Kadıköy’de ise genelde öğrenciler takılır. Bol sigara, çay, kahve, alkol tüketilir. Salaş giyinmek makbuldür. Yine salaş giyimli turistlere de sıkça rastlanır. Kadıköy daha özgür ruhludur. Sokak kültürü vardır. Ne bileyim işte, Kadıköy benim gençliğimse, Bağdat Caddesi de orta yaş halimdir.

Güzel havalarda Kadıköy’ü severim.

İstanbul’uma bahar geldi sayılır, 15-20 güne paltoları atar, mevsimliklere geçeriz. 2013 ilkbahar-yaz sezonu cümlemize hayırlı olsuuuuuun…

Günlük kategorisine gönderildi | 7 Mart Perşembe – Kadıköy’üm için yorumlar kapalı

26 Şubat Salı – Yoga Moga, Çocuk Mocuk

Dün sabah Yara’nın dersine katıldım. Aslında yine nezleyim. Sinüsler dolu. Burnum bir tıkalı, bir açık. Ama mikrobik olmadığını düşünüyorum. Üşüttüm de oldu. Enerjim de yerinde olduğundan derse gittim. Harika bir güneş vardı dün. Bayıldım, bayıldım. Ders tıklım tıklım doluydu. Yogarooms’u ilk kez bu kadar kalabalık gördüm. Sınıfta genelde kadınlar olur, bu kez iki de erkek vardı. Katılımcıların iki tanesi Fransız, iki tanesi de memleketini bilmediğim yabancılardı. Zaten Yara derslerini hep İngilizce veriyor. Aslında bu da benim için olumlu. İlerde ben de İngilizce ders verebilirim. Harikulade bir ders oldu. Dersten enerji dolu çıktım. Bedenim giderek açılıyor, güçleniyor. Eskiden imkansız görünen pozları artık kolayca yapabiliyorum. Çok mutluyum.

Bu arada kilom da sürekli azalma eğiliminde. Aslında ideal kilom 52. Ama onun da altına inmeye başlıyorum. Nedenini çözemedim. Çünkü hiç kısmadan, bol bol, herşeyden yiyorum. Kadınların çoğunda hep 2-3 kilo daha versem arzusu vardır ya, ben de bu durumumdan şikayetçi değilim hani. Şimdilik. Öyle çok da iskeletor olmak istemem tabi.

Bugünkü Kundalini’ye gitmedim. Biraz yazmak istedim. Bir de, vücudumu fazla yormamak. Belimi kollamaya gayret ediyorum. Dün dersten çıkınca hemen eve koştum. Annem de uğradı bana, hava güzeldi ya, kızı yürüyüşe çıkardık birlikte. Benimkiyle aynı yaşta kızı olan, amcamın kızı Arzu ile buluştuk. Bebişlerimizi gezdirdik. Bahardan kalma bir gündü. Harikaydı. Sonra annemi uğurlayıp, Arzu ile beraber bana döndük. Kızlar bizim salonda oynadılar. Evde dengesiz dengesiz yürüyen iki bızdık, o kadar komik bir görüntü ki, anlatamam. Birbirlerine sarılmaya çalışıyorlar, dengeleri bozuluyor, birlikte yere yuvarlanıyorlar. Ama ikisi de akıllı, usturuplu düşmeyi de biliyorlar. Mesela Asya sırtüstü düştü, ama kafayı yukarda tuttu, yere çakmadı. Çok takdir ettim 🙂

Osman der ki, Aikido’da yeni başlayana ilk ders, nasıl düşmesi gerektiği öğretilirmiş. Sonra çat çut yere çakıyorlar adamı çünkü. Bizim kızlar da ilk iş, düşmeyi öğrendiler işte. İnci de çok güzel popo üstü düşüyor. Bu sabah biraz kontrolsüz düştü, kafasının yan tarafını çok kötü yere koyacaktı aslında ama, benim akşamdan oraya ‘özenle’ yerleştirdiğim 😉 havlu terliklerin üzerine kondu. Allah da bunları koruyor hakikaten.

Bızdığım, biz ne yapsak maymun gibi taklit ediyor. Mesela, evde biri öksürsün, bizimki hemen ‘öhöhöh’ diyor. Ya da Osman’la ben TV’de birşeye gülelim, bizimki de hemen ‘fake’ bir kahkaha atıyor. Ha-Ha-Ha diyorum, aynen tekrar ediyor. Ya bunlardan her eve lazım vallahi…

Şimdilerde, bende yavaş yavaş ‘artık birşeyler yapmalı’ duygusu türedi. Eylülde Yoga Hocalık Eğitimi’ne katılabilirsem, inşallah, gönlüm biraz huzur bulacak. Her ne kadar kızımın yanında olmak beni çok mutlu ediyorsa da, bir yanım kendim için birşeyler yapmam gerektiğini söylüyor.

Yani dostlar, anaların yüreğinde illaki bir vicdan hesaplaşması oluyor. Çalışanımız, çocuğuna yeterince zaman ayıramadığına, evde olanımız da kendisine yeterince yatırım yapamadığına hisleniyoruz.

Ama değer, hepsine değer. Çünkü kızımın bana ellerini uzatması, gelip boynuma sarılması, sırtımı sıvazlaması… Yok böyle bir duygu, herşeye değer.

Hepinize güzel bir hafta dilerim. Sevgiyle kalın…

Günlük kategorisine gönderildi | 26 Şubat Salı – Yoga Moga, Çocuk Mocuk için yorumlar kapalı

20 Şubat Çarşamba – Iyengar

Bu hafta hızlı başladı. Alt katımızda tadilat var. Evin duvarını, kapısını, penceresini kırdılar. Aşağıdan buz gibi soğuk geliyor. Gürültü de cabası. Kızım nane molla. Hafif bir ateş ve mızır mızır hallerde. ‘Bırakın beni yürüyecem,’ diye tutturan çocuk şimdi kollarını kaldırıyor, ‘al beni al, tut beni tut,’ modunda. Biraz da birikmiş işlerim vardı. Pazartesi ve salı günleri yogaya gidemedim.

Sonunda, bu sabah hemen Yogarooms’a koştum. İlk kez Iyengar Yoga yaptım. Hoca Esra Çakır. Yoga Şala’nın hocasıymış. Bir süre burada bizimle olacakmış.

Enteresan, güzel bir dersti. Yoga pozlarını akış halinde değil de, her bir pozda hizalanarak ve pozlarda daha uzun süre kalarak yaptık. Benim için yararlı oldu. Çünkü bir süredir bel ağrısı ve duruş bozukluğu yaşıyorum. Bu ders iyi geldi. Ama esas olarak hocayı çok sevdim. Gerçekten çok tatlı biri. Derse başlamadan önce bir sakatlığımız olup olmadığını sordu. Tam servis odaklı bir insan. Bu tip insanlardan harika turizmci oluyor. Biz bu insanlara ‘Four Seasons Person’ derdik aramızda 🙂

Bir hocanın bu kadar öğrenci odaklı ders yaptığına az tanık oldum. Herkes onu görebiliyor mu, emin oldu. Gerekli malzemeleri gerektiğinde öğrencilerin yanına tek tek dizdi. Tüm duruşları tek tek geldi, düzeltti. Ama bu düzeltmeler benim konsantrasyonumu da bozmadı. Çünkü yerinde ve yeterinceydi. Hocanın ne demek istediğini net olarak anladım. Bazı hocaların yaptığı gibi gereksiz ve aşırı konuşma halinde de değildi. Şimdi tek tek yazamayacağım bir dolu ufak davranışı, kendisinin yapı olarak insan odaklı bir kimse olduğunu gösterdi bana, hoşuma gitti. İlerde ben de böyle bir hoca olmak isterim.

Günlük kategorisine gönderildi | 20 Şubat Çarşamba – Iyengar için yorumlar kapalı

15 Şubat Cuma – Bugün Benim Doğumgünüm

Bugün benim doğum günüm. 35 Yaş, yolun yarısı eder. Şöyle bir geriye bakıyorum da, neler yaşamışım. Macera romanı gibi vesselam. Bugün ise güvenli sıcak bir limanda anın tadını çıkarıyorum, çok şükür.

Hayatımda ilk kez bugün (kızımın doğumu ile başlayan süreci kastediyorum), yarın ne olacak, bir sonraki adım ne, düşünmeden, akışta yaşıyorum. Oysa bu benim için imkansız gibiydi hep. Herdaim yarını düşünürdüm. Hep hedefler vardı kafamda. O hedeflere ulaşmak için deli gibi çalışır, hedefe ulaşır ulaşmaz da yeni bir hedefin peşine düşerdim. Ama makul insanlar gibi taş üstüne taş koymazdım da. Dikey değil yatay çalıştım hep. Yani, bir işe girip adım adım yükselmedim. Birçok işe girip farklı hayatları deneyimledim. Sanırım benim hayat amacım da buydu. Değişik koşullarda, bambaşka mekanlarda, türlü türlü hayatları deneyimlemek ve kendimi tartmak, tanımaya çalışmak. Şimdi de bir kadının başına gelebilecek (bence) en özel, en güzel şeyi, anneliği tadıyorum. Hayatımda ilk kez, elde ettiğim bir hedefin önemi zamanla azalmadı. Azalmak ne kelime, an be an arttı, artıyor.

İşte bu nedenlerle, bu doğumgünüm benim için ÇOK ama ÇOK özel. Yolun yarısında, en nihayet ANNEyim. Güvenli, sıcak bir limanda, maceraların en büyüğünü yaşıyorum.

Bu muhteşem duyguyu bana tattırdığı için her an, her nefeste Allah’a şükrediyorum. Ve hemen ardından dua ediyorum, Allah’ım isteyen herkese, hayırlısı ile nasip et yarabbim.

NOT: Hamile olduğumu anladığım andan itibaren muazzam dindar bir kadın oldum çıktım. İki lafın biri, inşallah, maşallah, amin ve elbette ÇOK ŞÜKÜR :))

Günlük kategorisine gönderildi | 15 Şubat Cuma – Bugün Benim Doğumgünüm için yorumlar kapalı

İnci Kız’ın Doğum Hikayesi

İnci özlenen bebekti. Harika geçen bir hamileliğin ardından, küçük kedimiz, 12 Mart 2012’de, 41 hafta 2 günlükken, epidural sezaryen ile doğdu. Saat tam 16:30’da.

Başa dönelim biraz. 12 Mart Pazartesi sabahı, kontrol için Dr Herman ile randevumuz vardı. Sözde, hala normal doğumu bekliyorduk. Ama artık Osman’la bana malum oldu herhalde, kontrole hastane çantamızı da yanımıza alarak gittik.

Kontrolün detaylarını vermeyeceğim. Lakin, doktorumuz talimatı verdi: bebeği bugün alıyoruz. Ben zaten hep şunu demiştim, normal doğumcu olduğunu bildiğim, güvendiğim bir doktor ile yola devam edeceğim. Normal doğum için elimden geleni yapacağım. Ama olmazsa da olmaz, üstelemeyeceğim. Sonuçta amaç, sağlıkla kızımıza kavuşmak. Nitekim, doktor sezaryen dediğinde hiç hayal kırıklığına uğramadım. Ben elimden geleni yapmıştım. Artık hayırlısı neyse o olacaktı.

Doktorumuz, aynı gün öğleden sonra 3’te hastanede olmamızı istedi. Gayrettepe Florance Nightingale. Biz muayenehaneden çıktık. Fulya’da, muayenehanenin karşısındaki cafe’ye oturduk. İkimizi de sardı bir heyecan. Yemem içmem de yasaktı artık. Annelere haber verdik. Tutturdum saçıma fön çektiricem diye, Osman boşver dedi 🙁 zaten o kadar heyecanlıydım ki, külçe gibi koltuğa yığılmıştım, pek kalkıp kuaföre gidesim yoktu. Baktık zaman geçmiyor, hemen hastaneye gittik. İki gün kalacağımız için suite oda tutmaya karar verdik. Böylece ziyaretçiler olsa da ben yan odada emzirebilecektim. Hastane çok başarılıydı. Detayları anlatacağım size.

Osman beni odaya yerleştirdi, hemen arabadan süsleri aldı getirdi. Birlikte odayı süsledik. Sonra yavaş yavaş anneler, babalar, teyze, hala geldi. Bende hiç heyecan yoktu o anlarda. Saat 4 oldu, hala beni almaya gelen yok. Neden sonra, Dr Herman geldi, son kontrollerini yaptı, doğuma hazırlanmamı söyledi. Kalp çarpıntım, hemşireler sedye ile beni almaya geldiğinde başladı. Aniden bir korku dalgası sardı. Karnımın yarılacağı gerçeği kafama dank etti. Ve resmen korkmaya başladım. Hatta öyle ki asansörü beklerken baya baya ağlıyordum. Osman yanı başımda, fotoğraflarımızı çeken arkadaşım ve aynı zamanda profesyonel fotoğrafçımız Latife Tunç yanıbaşımda… Beni hazırlık için ameliyathaneye aldılar. Osman ve Latife dışarda kaldı. Başladım sayıklamaya, ‘Osman gelecek di mi, ne zaman gelecek, daha başlamadık di mi?’… Görevliler beni telkin ediyor, ‘Merak etmeyin Tuğçe Hanım, eşiniz de hazırlanıyor, doğum başlamadan onu da alacağız’.

Bu arada epidurali yaptılar ve birşey hissedip hissetmediğimi sordular. Yine panik oldum, ‘Herşeyi hissediyorum, mesela şimdi tendürdiyot sürüyorsunuz, bunu hissediyorum, neden acaba, etki mi etmedi, n’olcak şimdi?’ Görevli yine beni yatıştırıyor. ‘Merak etmeyin, bunları hissetmeniz normal, ama acı hissetmeyeceksiniz.’ Neeee, normal mi? Nasıl yani, makasın vurulduğunu hissedeceğim de acı mı duymayacağım. Amanin booooo!..

Ben hala söyleniyorum, ‘Durun, başlamayın, Osman gelmedi, ben herşeyi hissediyorum’…

Allahtan görevliler inanılmaz şevkatlilerdi. Vallahi o masada öyle kurbanlık koyun gibi yatarken ufacık şevkat bile insana ne iyi geliyor. Osman sonunda geldi. Tepeden tırnağa yeşiller içinde, başında bone, ağzında maske. Tam doktor gibi… Hmmm, dedim içimden, ne de yakışıklı doktor olurmuş benim kocamdan… Göğüs hizamdan yukarı doğru yeşil bir perde gerdiler. Osman başımın yanına oturdu. İlginçtir ki, başımın tepesindeki dev ameliyat lambalarının metali ayna görevi görüyordu. Kesilecek bölgeyi apaçık görebiliyordum. Acaba doktorlar bunu biliyor muydu? Çenemi kapattım, gözlerimi de, oraya bakmamaya karar verdim. Osman’ın elini sıkıca tuttum. Bu arada, benim çok gerekmedikçe konuşmayan sessiz kocam abuk sabuk hikayeler anlatıyor bana… Allah Allah diyorum, bu da nerden çıktı şimdi… Ama ne yalan söyleyeyim, kafamı dağıttığı için ona minnettar oldum. Hakikaten acı hissetmiyordum, hem de hiç. Ama herşeyi de hissediyordum. Yani iç organlarımı bir sağa, bir sola çekiştiriyorlar, birşeyleri yeniden yerleştiriyorlar gibi garip bir his. Acaba ne zaman acı hissedeceğim derken, hop bebek çıkıverdi. Osman hemen, ‘Tuğçe, gözleri çok güzel,’ dedi. Kızım kocaman gözleri faltaşı gibi açık doğdu. Ben ise perdeden dolayı İnci’mi göremiyordum, ona yanıyordum. Sesi o kadar cılızdı ki, hani filmlerde ciyak ciyak ağlayan bebeklere alışmışız ya, beni yine sardı bir endişe. ‘İyi mi, neden sesi çıkmıyor, herşey yolunda mı?’ Osman beni yatıştırmaya çalışıyordu. Zaten hemen sonra sağımdaki bebek bakım masasına yatırdılar kuzumu. Benim de dikişlerim yapılıyordu o esnada. Artık, azıcık da olsa kızımı görebiliyordum. Onu görebilmek için sağa doğru başımı çevirip kendimi öyle kasmışım ki, sonra günlerce sağ omzum ağrıdı.

Kızım tam 3 kilo 80 gram doğdu. Havluya sarıp yanıma getirdiler. Yüzünü bile tam göremedim. Üşümesin dediler, götürdüler. Çocukta doğum travması olmasın, hemen annesine kavuşsun diye beni bir acele sardı, ‘Olmuştur olmuştur, hadi, beni de yukarı çıkarın’ diye doktorla pazarlığa giriştim. Ameliyathanede işim bitince yukarı çıkmak için beş dakika kadar asansörün yanındaki sedyede beklettiler. Bir tek ona sinir oldum işte. Görevliye seslendim durdum, ‘Hadi, götürün beni, hadi…’ Neyse, en nihayet odaya çıkardılar ve kızımı getirdiler, kucağıma verdiler. Dünyanın en güzel kavuşma anı. En mutlu son, en mutlu başlangıç. İnci’m hemen memeye yapıştı. Dünyanın en güzel hissi.

İşte bu noktada hastaneden çok memnun kaldık. Bir daha gerekmedikçe kızımızı almadılar bizden, gece gündüz yanımızdaydı İnci’miz. Kızımıza emzik ya da mama vermediler. Beni bol bol emzirmem için inanılmaz teşvik ettiler, motive ettiler.

Sezaryen olduğum için 2 gece hastanede kalmam gerekiyordu. Ben Osman ile beraber, çekirdek aile olarak kalmak istedim. İyi ki de öyle yapmışım. Bebeğin ilk anları o kadar özel ki, bu anlarda çekirdek aile yalnız kalmak bence çok güzel. Hayatı değişen 3 insan başbaşa; anne, baba ve çocuk.

Bu arada, Osman, zavallım, odadaki broşürde ‘Hastanemizde hiç gerçekleşmemiş olmasına rağmen, bebek hırsızlarına karşı anne babalar dikkatli olmalı, tanımadığınız hemşirelere bebeğinizi teslim etmeyin,’ diye bir yazı okumuş. Beni endişelendirmemek için bunu bana söylememiş ama psikopat bir güvenlikçi olarak iki gün iki geceyi tetikte geçirmiş. Bende de uyuyakalarak bebegi ezme fobisi vardı. Kısacası, ben de o ilk iki gün iki geceyi tetikte geçirmiştim 🙂

Bu arada İnci sürekli kucak istiyordu. Emse de emmese de illa kucakta olacak, yanıbaşımdaki yatağına koyduğum an ağlayarak uyanıyordu. Osman yan odadaki kanepeye gitmeyi inatla reddediyor, gözlüklerini bile çıkarmamış, tekli koltukta oturuyordu. Artık halimizi düşünün, benim uykusuzluktan gözlerim kapanıyor, ama gözlerimi zorla açık tutuyorum ki kucağımdaki bebişi ezmeyeyim. Osman keza, içi uyuyor ama kendi ile savaş veriyor ki hırsızlar gelip bebişi çalmasın. İnci ise kucakta fosur fosur uyuyor. Oh ne ala memleket…

Sabaha karşı beşte bir uyandım ki kız yok. Hemen sağıma, soluma, altıma baktım, telaşla, ‘Osman, kız yok’ dedim. Osman tekli koltukta gözlerini açtı, ‘Ha, hemşire aldı onu, biraz uyuyun dedi’.

Vallahi hiç sorgulamadan kendimi uykuya teslim ettim, Allah o hemşireden razı olsun hehe…

Bu arada, daha ameliyat günü ayağa kalkıverdim. İlk günden itibaren kızımı yatağına koyup geri kucağıma alabiliyordum. Ama bu arada serumuma yoğun ağrı kesici koyuyorlardı. Fakat serumu da erken bir vakitte çıkardılar. Sanırım ikinci günün sabahındaydı. Sonra daha düşük dozda hap ağrı kesici verdiler. Ama bir hafta on gün kadar yatıp kalkarken keskin acı hissettiğimi itiraf etmek zorundayım. Hatta bu nedenle bir hafta kadar oturarak uyudum. Yatar pozisyondan kalkmak inanılmaz acı veriyordu.

Yine de, eve döndüğümde de gece benimle kalması için kimseyi istemedim. Sadece ilk kırk gün annem sabah 10-11 gibi geldi ve akşam 4-5 gibi gitti. Bize yemek yaptı, evi toparladı vesaire. Çocuğuma ilk günden itibaren ben kendim baktım. Kırk günün sonunda da bakıcımız başladı.

İnci bir yaşına girmek üzere, hala aynı bakıcı ile yola devam ediyoruz. Özellikle ev işleri için yardım alıyorum. Durumu müsait olanlara ev işi konusunda yardım almalarını öneririm. Bir de tabii, sabahları birkaç saat evden ve bebekten uzaklaşabilmek, bir kahve içip kendine vakit ayırmak güzel oluyor. Yoksa sürmenaj olmak işten bile değil.

Kızım dört buçuk ayda ilk dişini çıkardı. Beş buçuk ayda emekledi, dokuz buçuk ayda da yürüdü. Kendisi biraz aceleci. Ama aynı zamanda da temkinli. Mesela, öyle heryerde yürümez, mekanı bilecek tanıyacak, tehlikeli yerler nereler, zorda kaldığında nereye tutunabilir bunları bilecek yani, öyle bodoslama kendini ortalara atmaz, babası kılıklı 🙂

Şu anda neredeyse onbir aylık ve bilimum şirinlikler, cilveler, nazlar, taklitlerle bizi resmen esir almış durumda. Bu zamanları o kadar zevkli ki, anlatılmaz, yaşanır.

İşte bizim doğum hikayemiz de böyle. Her doğum özel, her doğum güzel. Tadını çıkarın…

Son söz: Allah isteyen herkese bu büyük mucizeyi hayırlısı ile nasip etsin…

Günlük kategorisine gönderildi | 4 yorum

31 Ocak Perşembe – Mutsuzsan Diyetini Değiştir!

Kış bitsin, yaz gelsin.

Bugün, hepimizin bildiği, ama sık sık unuttuğu birşeyden bahsetmek istiyorum. O da şu:

Yediklerimiz ile ruh halimiz/moral durumumuz direk ilintili!

Bende insülin direnci ve hipoglisemi var. Doğru beslenmediğimde uyku hali, unutkanlık, isteksizlik ve enerji kaybı yaşıyorum. Aslında, sağlıklı insanlar da bunu yaşıyor, ama bana göre çok daha hafif atlatıyorlar. Ya da şöyle de diyebiliriz, sağlıksız diyeti vücutları bana göre daha uzun süre tolere edebiliyor.

Malum geçen hafta grip oldum, yogaya gidemedim. Bu hafta kayıt yenilemem gerekiyordu, biraz yoğun bir hafta olacağından yenilemedim. Bu arada, havalar da çok soğuk, yürüyüşler de minimuma indi. Üstüne, iki haftadır çok kötü besleniyorum, bol şekerli, hamur işli, çaylı kahveli bir diyetim var. Bir de bu hafta beni üzen bir olay yaşadım, burada söz etmek istemiyorum. En nihayet bugün kötü uyandım. Ruh hal dengem bozulmuş, moralim çökmüş, hedefler şaşmış, güç sıfır!

Acilen silkinmem lazım! Ve İYİLEŞMEYE sağlıklı beslenerek başlayacağım. İlk adım, bol su içmek! Sonraki adım, çayı azaltmak. Ve son olarak, pazartesiden itibaren yogaya geri dönmek! Bunun üzerine bir de sarkan işleri temizlemeyi eklersek, eminim, önümüzdeki haftayı çok daha iyi geçireceğim!

Kızım on buçuk aylık oldu. Bu sabah doğumdan itibaren çektiğimiz videoları izledik, vay canına, ne kadar da büyümüş, hayretler içinde kaldık. Resmen çocuk oldu artık. Karakteri şekillenmeye başladı. Kendisini kurtardı.

Ben yavaş yavaş birşeyler yapmaya başlamak istiyorum. Yarı zamanlı birşeyler yapabilsem çok mutlu olacağım. Geçen hafta Wall Street’in Caddebostan şubesine gittim. Yarı zamanlı İngilizce öğretmek istiyorum dedim. Onlar ‘Formasyon’ istiyorlarmış. Kursun sahibi ile 20 dakikalık bir sohbet ettik. Adam yarı Avustralyalı, yarı Türk. Güzel bir sohbetti. Benim İngilizce’mi çok beğendi. Formasyon alamaz mısın, dedi. Öğretmen arkadaşlarıma sordum, malesef zor! Bazı ingilizce kursları formasyon istemiyormuş. Onlara da bakıcam artık. Adamcağız yine de CV’mi istedi, Genel Merkez’e yönlendirecekmiş, part-time değerlendirebilirler mi, bakacakmış.

Salı ve Perşembe sabahları, öğlene kadar ders vermek güzel olabilir bir süre. Evden çıkmak, bir işe yaramak bana iyi gelir. Pazartesi, Çarşamba, Cuma da yogaya giderim. Zaten bu yılın ikinci yarısında Yoga Hocalık Eğitimi almayı düşünüyorum inşallah. Kızım üç yaşını doldurana kadar böyle yarı zamanlı esnek işlerle uğraşsam, sonrası Allah kerim! Biraz yoga, biraz İngilizce ders verebilsem mesela, ne güzel olur. Başlarda para kazanamam tabi de, sonra sonra birşeyler akmaya başlar belki, ne dersiniz?

İnci yuvaya başlayınca, ben de yoluma bakarım.

Hepinize güzel bir haftasonu diliyorum…

Günlük kategorisine gönderildi | 31 Ocak Perşembe – Mutsuzsan Diyetini Değiştir! için yorumlar kapalı