İnci özlenen bebekti. Harika geçen bir hamileliğin ardından, küçük kedimiz, 12 Mart 2012’de, 41 hafta 2 günlükken, epidural sezaryen ile doğdu. Saat tam 16:30’da.
Başa dönelim biraz. 12 Mart Pazartesi sabahı, kontrol için Dr Herman ile randevumuz vardı. Sözde, hala normal doğumu bekliyorduk. Ama artık Osman’la bana malum oldu herhalde, kontrole hastane çantamızı da yanımıza alarak gittik.
Kontrolün detaylarını vermeyeceğim. Lakin, doktorumuz talimatı verdi: bebeği bugün alıyoruz. Ben zaten hep şunu demiştim, normal doğumcu olduğunu bildiğim, güvendiğim bir doktor ile yola devam edeceğim. Normal doğum için elimden geleni yapacağım. Ama olmazsa da olmaz, üstelemeyeceğim. Sonuçta amaç, sağlıkla kızımıza kavuşmak. Nitekim, doktor sezaryen dediğinde hiç hayal kırıklığına uğramadım. Ben elimden geleni yapmıştım. Artık hayırlısı neyse o olacaktı.
Doktorumuz, aynı gün öğleden sonra 3’te hastanede olmamızı istedi. Gayrettepe Florance Nightingale. Biz muayenehaneden çıktık. Fulya’da, muayenehanenin karşısındaki cafe’ye oturduk. İkimizi de sardı bir heyecan. Yemem içmem de yasaktı artık. Annelere haber verdik. Tutturdum saçıma fön çektiricem diye, Osman boşver dedi 🙁 zaten o kadar heyecanlıydım ki, külçe gibi koltuğa yığılmıştım, pek kalkıp kuaföre gidesim yoktu. Baktık zaman geçmiyor, hemen hastaneye gittik. İki gün kalacağımız için suite oda tutmaya karar verdik. Böylece ziyaretçiler olsa da ben yan odada emzirebilecektim. Hastane çok başarılıydı. Detayları anlatacağım size.
Osman beni odaya yerleştirdi, hemen arabadan süsleri aldı getirdi. Birlikte odayı süsledik. Sonra yavaş yavaş anneler, babalar, teyze, hala geldi. Bende hiç heyecan yoktu o anlarda. Saat 4 oldu, hala beni almaya gelen yok. Neden sonra, Dr Herman geldi, son kontrollerini yaptı, doğuma hazırlanmamı söyledi. Kalp çarpıntım, hemşireler sedye ile beni almaya geldiğinde başladı. Aniden bir korku dalgası sardı. Karnımın yarılacağı gerçeği kafama dank etti. Ve resmen korkmaya başladım. Hatta öyle ki asansörü beklerken baya baya ağlıyordum. Osman yanı başımda, fotoğraflarımızı çeken arkadaşım ve aynı zamanda profesyonel fotoğrafçımız Latife Tunç yanıbaşımda… Beni hazırlık için ameliyathaneye aldılar. Osman ve Latife dışarda kaldı. Başladım sayıklamaya, ‘Osman gelecek di mi, ne zaman gelecek, daha başlamadık di mi?’… Görevliler beni telkin ediyor, ‘Merak etmeyin Tuğçe Hanım, eşiniz de hazırlanıyor, doğum başlamadan onu da alacağız’.
Bu arada epidurali yaptılar ve birşey hissedip hissetmediğimi sordular. Yine panik oldum, ‘Herşeyi hissediyorum, mesela şimdi tendürdiyot sürüyorsunuz, bunu hissediyorum, neden acaba, etki mi etmedi, n’olcak şimdi?’ Görevli yine beni yatıştırıyor. ‘Merak etmeyin, bunları hissetmeniz normal, ama acı hissetmeyeceksiniz.’ Neeee, normal mi? Nasıl yani, makasın vurulduğunu hissedeceğim de acı mı duymayacağım. Amanin booooo!..
Ben hala söyleniyorum, ‘Durun, başlamayın, Osman gelmedi, ben herşeyi hissediyorum’…
Allahtan görevliler inanılmaz şevkatlilerdi. Vallahi o masada öyle kurbanlık koyun gibi yatarken ufacık şevkat bile insana ne iyi geliyor. Osman sonunda geldi. Tepeden tırnağa yeşiller içinde, başında bone, ağzında maske. Tam doktor gibi… Hmmm, dedim içimden, ne de yakışıklı doktor olurmuş benim kocamdan… Göğüs hizamdan yukarı doğru yeşil bir perde gerdiler. Osman başımın yanına oturdu. İlginçtir ki, başımın tepesindeki dev ameliyat lambalarının metali ayna görevi görüyordu. Kesilecek bölgeyi apaçık görebiliyordum. Acaba doktorlar bunu biliyor muydu? Çenemi kapattım, gözlerimi de, oraya bakmamaya karar verdim. Osman’ın elini sıkıca tuttum. Bu arada, benim çok gerekmedikçe konuşmayan sessiz kocam abuk sabuk hikayeler anlatıyor bana… Allah Allah diyorum, bu da nerden çıktı şimdi… Ama ne yalan söyleyeyim, kafamı dağıttığı için ona minnettar oldum. Hakikaten acı hissetmiyordum, hem de hiç. Ama herşeyi de hissediyordum. Yani iç organlarımı bir sağa, bir sola çekiştiriyorlar, birşeyleri yeniden yerleştiriyorlar gibi garip bir his. Acaba ne zaman acı hissedeceğim derken, hop bebek çıkıverdi. Osman hemen, ‘Tuğçe, gözleri çok güzel,’ dedi. Kızım kocaman gözleri faltaşı gibi açık doğdu. Ben ise perdeden dolayı İnci’mi göremiyordum, ona yanıyordum. Sesi o kadar cılızdı ki, hani filmlerde ciyak ciyak ağlayan bebeklere alışmışız ya, beni yine sardı bir endişe. ‘İyi mi, neden sesi çıkmıyor, herşey yolunda mı?’ Osman beni yatıştırmaya çalışıyordu. Zaten hemen sonra sağımdaki bebek bakım masasına yatırdılar kuzumu. Benim de dikişlerim yapılıyordu o esnada. Artık, azıcık da olsa kızımı görebiliyordum. Onu görebilmek için sağa doğru başımı çevirip kendimi öyle kasmışım ki, sonra günlerce sağ omzum ağrıdı.
Kızım tam 3 kilo 80 gram doğdu. Havluya sarıp yanıma getirdiler. Yüzünü bile tam göremedim. Üşümesin dediler, götürdüler. Çocukta doğum travması olmasın, hemen annesine kavuşsun diye beni bir acele sardı, ‘Olmuştur olmuştur, hadi, beni de yukarı çıkarın’ diye doktorla pazarlığa giriştim. Ameliyathanede işim bitince yukarı çıkmak için beş dakika kadar asansörün yanındaki sedyede beklettiler. Bir tek ona sinir oldum işte. Görevliye seslendim durdum, ‘Hadi, götürün beni, hadi…’ Neyse, en nihayet odaya çıkardılar ve kızımı getirdiler, kucağıma verdiler. Dünyanın en güzel kavuşma anı. En mutlu son, en mutlu başlangıç. İnci’m hemen memeye yapıştı. Dünyanın en güzel hissi.
İşte bu noktada hastaneden çok memnun kaldık. Bir daha gerekmedikçe kızımızı almadılar bizden, gece gündüz yanımızdaydı İnci’miz. Kızımıza emzik ya da mama vermediler. Beni bol bol emzirmem için inanılmaz teşvik ettiler, motive ettiler.
Sezaryen olduğum için 2 gece hastanede kalmam gerekiyordu. Ben Osman ile beraber, çekirdek aile olarak kalmak istedim. İyi ki de öyle yapmışım. Bebeğin ilk anları o kadar özel ki, bu anlarda çekirdek aile yalnız kalmak bence çok güzel. Hayatı değişen 3 insan başbaşa; anne, baba ve çocuk.
Bu arada, Osman, zavallım, odadaki broşürde ‘Hastanemizde hiç gerçekleşmemiş olmasına rağmen, bebek hırsızlarına karşı anne babalar dikkatli olmalı, tanımadığınız hemşirelere bebeğinizi teslim etmeyin,’ diye bir yazı okumuş. Beni endişelendirmemek için bunu bana söylememiş ama psikopat bir güvenlikçi olarak iki gün iki geceyi tetikte geçirmiş. Bende de uyuyakalarak bebegi ezme fobisi vardı. Kısacası, ben de o ilk iki gün iki geceyi tetikte geçirmiştim 🙂
Bu arada İnci sürekli kucak istiyordu. Emse de emmese de illa kucakta olacak, yanıbaşımdaki yatağına koyduğum an ağlayarak uyanıyordu. Osman yan odadaki kanepeye gitmeyi inatla reddediyor, gözlüklerini bile çıkarmamış, tekli koltukta oturuyordu. Artık halimizi düşünün, benim uykusuzluktan gözlerim kapanıyor, ama gözlerimi zorla açık tutuyorum ki kucağımdaki bebişi ezmeyeyim. Osman keza, içi uyuyor ama kendi ile savaş veriyor ki hırsızlar gelip bebişi çalmasın. İnci ise kucakta fosur fosur uyuyor. Oh ne ala memleket…
Sabaha karşı beşte bir uyandım ki kız yok. Hemen sağıma, soluma, altıma baktım, telaşla, ‘Osman, kız yok’ dedim. Osman tekli koltukta gözlerini açtı, ‘Ha, hemşire aldı onu, biraz uyuyun dedi’.
Vallahi hiç sorgulamadan kendimi uykuya teslim ettim, Allah o hemşireden razı olsun hehe…
Bu arada, daha ameliyat günü ayağa kalkıverdim. İlk günden itibaren kızımı yatağına koyup geri kucağıma alabiliyordum. Ama bu arada serumuma yoğun ağrı kesici koyuyorlardı. Fakat serumu da erken bir vakitte çıkardılar. Sanırım ikinci günün sabahındaydı. Sonra daha düşük dozda hap ağrı kesici verdiler. Ama bir hafta on gün kadar yatıp kalkarken keskin acı hissettiğimi itiraf etmek zorundayım. Hatta bu nedenle bir hafta kadar oturarak uyudum. Yatar pozisyondan kalkmak inanılmaz acı veriyordu.
Yine de, eve döndüğümde de gece benimle kalması için kimseyi istemedim. Sadece ilk kırk gün annem sabah 10-11 gibi geldi ve akşam 4-5 gibi gitti. Bize yemek yaptı, evi toparladı vesaire. Çocuğuma ilk günden itibaren ben kendim baktım. Kırk günün sonunda da bakıcımız başladı.
İnci bir yaşına girmek üzere, hala aynı bakıcı ile yola devam ediyoruz. Özellikle ev işleri için yardım alıyorum. Durumu müsait olanlara ev işi konusunda yardım almalarını öneririm. Bir de tabii, sabahları birkaç saat evden ve bebekten uzaklaşabilmek, bir kahve içip kendine vakit ayırmak güzel oluyor. Yoksa sürmenaj olmak işten bile değil.
Kızım dört buçuk ayda ilk dişini çıkardı. Beş buçuk ayda emekledi, dokuz buçuk ayda da yürüdü. Kendisi biraz aceleci. Ama aynı zamanda da temkinli. Mesela, öyle heryerde yürümez, mekanı bilecek tanıyacak, tehlikeli yerler nereler, zorda kaldığında nereye tutunabilir bunları bilecek yani, öyle bodoslama kendini ortalara atmaz, babası kılıklı 🙂
Şu anda neredeyse onbir aylık ve bilimum şirinlikler, cilveler, nazlar, taklitlerle bizi resmen esir almış durumda. Bu zamanları o kadar zevkli ki, anlatılmaz, yaşanır.
İşte bizim doğum hikayemiz de böyle. Her doğum özel, her doğum güzel. Tadını çıkarın…
Son söz: Allah isteyen herkese bu büyük mucizeyi hayırlısı ile nasip etsin…
Tugcecim bu yazinda dogumu anlattigin her kelimeyi ozellikle beynime kaziyarak okudum, malum su siralar beynimi en cok mesgul eden konu bu:)))cok guzel anlatmissin…:)kizinla dolu dolu bir omur diliyorum sana:)sevgiler….
Çok güzel yazmışsın.. Eline sağlık.. Oradaymış gibi okudum.. Sevgiler..
cok tesekkurler Pınar’cım, ben de seni zevkle okuyorum 🙂
Eda’cım tesekkurler, ben de senin dogum hikayeni bekliyorum, hayirlisiyla 🙂