17 Mayıs Cuma – Magic Eight Ball

Hafta biterken…

Geçen hafta kendime verdiğim sözü tuttum. Oldukça zor oldu ama, başardım. Bu hafta tam 4 gün yoga yaptım. Dün bakıcımız işe gelemedi. Bugün de öğle vakti, saat bire kadar yoktu. SGK hastanelerinde genel sağlık kontrolünden (check-up) geçiyor. Epey uzun ve meşakkatli işlermiş bunlar.

Dünkü İngilizce dersimi iptal etmek zorunda kaldım. Yogaya da gidemedim elbette. Bugün ise canım kocacım dedi ki, “Sen sabahtan yogaya git, ben kıza bakarım, sen gelince de işe dönerim.” Ay canım ya, o kadar makbule geçti ki, anlatamam.

Önce bu haftaki yoga deneyimimden söz etmek isterim. Pazartesi ve salı günü Bora Ercan, çarşamba ve cuma günü de Kerem Hamsa’dan ders aldım. İkisi de bana çok iyi geldi. Bora Hoca uzun yıllarını yogaya vermiş birisi. Zaten Hariom da ona ait. Kerem Hoca ise çok genç görünüyor. Dersten sonra biraz sohbet ettik. Sordum, hocalık eğitimini Hindistan’da Sivananda Ashram’ında almış. Sivananda ikinci kez karşıma çıkıyor. İlk Yara’dan duymuştum. Malum, Yara da bana çok iyi gelen bir hoca.

Yoganın bir çok türü var. Hatha, Vinyasa, Ashtanga, Yin, Power, Iyengar, Anusara, Kundalini vs. Daha da çok vardır. Bunlar benim karşıma çıkanlar. Bu türlerin arasında bana en iyi geleni tartışmasız Hatha. Hatha Yoga yapmak istediğime eminim. Ama, anladığım kadarıyla değişik hocaların değişik yoğurt yeme biçimleri var. Ben hangi hocayı izleyeceğim, bunu zaman gösterecek. Yine de Sivananda zihnime kanca attı. Merakımı cezbetti.

“Hindistan’da bir Sivananda Ashram’ında yoga eğitmenlik eğitimi alma ihtimalim nedir Allah’ım?” Eski ben olsa kırk bin plan yapardı, İnci’ydi, Dora’ydı, Koca’ydı, evdi, paraydı, yoldu, hepsine çareler araştırırdı. Oysa şimdiki ben sadece niyeti ortaya koyuyor. Gerisini akışa bırakıyor. Bir de bakmışsınız günün birinde size Hindistan’dan yazıyorum 🙂 hahaha ne hoş olurdu değil mi?

Kerem Hoca son dinlenme pozunda şunun gibi bir şey söyledi: Geçmişimle uğraşmayı bırakıyorum, çünkü geçmişim beni şimdi olmam gereken yere taşıdı. Şu anda tam da olmam gereken yerdeyim. O halde, geleceği planlamayı da bırakıyorum. Çünkü bugünüm de beni gelecekte olmam gereken yer neresiyse oraya taşıyacak.

Size de olur mu? Zihninizi uzun süre meşgul eden soruların cevapları böyle olmadık zamanlarda, olmadık yerlerde çat diye karşınıza çıkar mı? Bana çok olur bu. Muazzam bir şey. Bir süre önce bu blogda, “Kızımın doğumu ile beraber, hayatımda ilk kez andayım, anın tadını çıkarıyorum. Gelecek ile ilgili plan yapmıyorum, endişe beslemiyorum,” demiştim. Lakin, kızımın birinci yaş gününden sonra bir de baktım ki sular dalgalanmaya başlamış. İçimdeki sessiz sakin göl yeniden dalgalı bir denize dönmüş. Kendi kendime, geleceği yeniden bırakmam mümkün mü diye sorarken, hop Kerem Hoca bu sözleri sarf etti.

Dediğim gibi, cevabını aradığım sorulara olmadık yerlerde yanıt gelir. Hatta, itiraf ediyorum, şunu yapmışlığım bile var: Böyle kafama bir şey takılmış, işin içinden çıkamadığım dönemlerde, herhangi bir kitapçıya girip, raflardan herhangi bir kitap seçip, içinde herhangi bir sayfayı açıp okumuşluğum var dostlar. Biraz deli işi ama, EVET, soruma yanıt HER SEFERİNDE oracıkta yazılıydı. Nasıl oluyor, onu sormayın, bilmiyorum. Ama deneyin bakalım size de olacak mı. Bir çeşit Magic Eight Ball gibi. Onu bilir misiniz, siyah bir top, sekiz yüzü var, siz topa bir soru soruyorsunuz, avcunuzda çevirip yüzlerden birinde karşınıza çıkan yanıtı okuyorsunuz. Komik bir şey. Benimki de buna benzer bir durum. Sadece top mop yok, soruyu bodoslama soruyorum, yanıt bir biçimde karşıma çıkıyor.

Hepinize harika bir haftasonu diliyorum.

Sevgiyle kalın…

Günlük kategorisine gönderildi | 17 Mayıs Cuma – Magic Eight Ball için yorumlar kapalı

13 Mayıs Pazartesi – Hayat Devam Ediyor

Ülkemde acı olaylar yaşanıyor. Haberleri izlemek, gazeteleri takip edebilmek için insanda mangal gibi bir yürek olması lazım. Annem, babam bu konuda beni çok eleştirirler. Bir türlü yapamadım, öğrenemedim ağlamadan haber izlemeyi. Ben de izlememeyi seçtim, hiç bilmemeyi. Bilmemek çözüm değil elbette. Biliyorum, devekuşu gibi kafamı kuma gömüyorum. Ama aksi taktirde dengede duramıyorum. Aktivist biri de değilim. Bizim nesilden kaç tane aktivist çıktı ki? Bir elin parmaklarını geçmez. Ben de ‘ben’cilerdenim. Bencilim. Hatta üzücü haberlere ağlarken bile karşımdakine mi ağlıyorum, yoksa kendime mi, bunu da hala çözebilmiş değilim. Öte yandan, O’ndan gayri bir şey yoksa eğer, ben sen de yok demektir. Benim de kime ağladığımın bir önemi kalmamıştır.

Allah hepimize akıl fikir versin. Acılar dinsin. İnsanlar zulmü bıraksın.

Hayat her şeye rağmen devam ediyor. Size geçtiğimiz hafta söz verdiğim gibi bugün itibarı ile ipleri elime almış bulunuyorum. Biten yoga paketimi yeni bir yoga merkezinde yeniledim. Az önce de Hariom Yoga Merkezi’nin sahibi Bora Ercan’dan ilk dersimi aldım. Çok güzel, şifalandırıcı bir dersti. Çıktım. Hemen merkezin yanıbaşındaki parkın içinde, kazların arasındaki bir bahçede çay içiyorum. Üstelik, burada çay sadece 1TL. Ne güzel değil mi?

Yeni bir merkezdeyim. Çünkü farklı hocaları deneyimlemek istiyorum. Henüz yoganın çok başında olduğum için buna ihtiyacım var. Her hocadan bambaşka ve çok güzel şeyler öğreniyorum. Gittiğim bütün merkezlerin bambaşka bir havası var. Ve değişimin kendisine aşık bir kova olarak bu bana iyi geliyor. Kalem, ailem ve evim. Evim de ailem neredeyse orası. O değişmez, değişmesin. Onun dışında, değişim hep güzel, hep keyifli.

Kızım iyileşti sayılır. Çocuk üşüttü mü, diş mi çıkarıyor, kızamık mı geçiriyor derken, meğer meşhur Altıncı Hastalık geçiriyormuş. Üç gün ateşin ardından haftasonu döküntüler başladı. Bu sabah baktım, döküntüler de yok olmaya yüz tutmuş. Naz niyaz doruklardaydı, huy muy değişti tabi. Ama toparlarız, eski pamuk prensesimize kavuşuruz inşallah.

Bugün hava limonata gibi. Yaz yağmurunun ardından her yer mis gibi çim ve toprak kokuyor. Salyangozlar bayram etmiş, hepsi sokakta. Bu sabah DEV bir salyangozun yavru bir salyangozun üzerine çıktığını gördüm. Resmen hayvanın üzerinden geçti. Önce yavruyu yiyecek falan sandım, çünkü minik ötekinin altında görünmez oldu. Ama yemedi, aynen üzerinden transit geçti gitti. Belki de yağmurlu bir sabahı oynaşarak kutlayan anne ve yavrusuydu gördüklerim. Zira sabahları İnci ile beni oynaşırken görenler de rahatlıkla ya benim onu ya da onun beni yemeye çalıştığını düşünebilir, gayet normal.

Biraz daha burada takılacağım izninizle. Sonra kızanıma koşarım artık. Hepinize harika bir hafta dilerim. Herşey gönlünüzce olsun.

Günlük kategorisine gönderildi | 13 Mayıs Pazartesi – Hayat Devam Ediyor için yorumlar kapalı

10 Mayıs Cuma – Şımarık Kız

Kızım hasta 🙁 Aslında diş çıkarttığı için rahatsız. Dün kontrol ettim, sağlı sollu, altlı üstlü diş çıkartıyor. Önde sekiz dişimiz çıkmıştı, altta dört, üstte dört. Şimdi de arkadaki azman dişler geliyor. Öndeki dişleri pıt diye çıkardığı için bu seferki ateş, kusma, ishal bizi şaşırttı. Demek azman azı dişler daha zor çıkıyormuş. Öğrenmiş olduk. Kendisi iki gündür, romatizmalı yaşlı teyzeler gibi söyleniyor.

Birkaç gecedir kız yanımda yatıyor. Ben de huzursuz uyuyorum elbette. Bu yüzden boynum tutuk, ne yaptıysam fayda etmedi, geçiremedim.

Havalar tatsız. Geçtiğimiz haftalarda ne de güzel parklarda fink attıydık. Üstüne böyle kapalı, hafiften rüzgarlı basık havalar hiç çekilmiyor.

İki haftadır yogaya gidemiyorum. YOGAYA GİDEMİYORUM 🙁 Ne işe yararım ben 🙁

Bir süredir çok şekerli besleniyorum, çok çay içiyorum. Şeker dengem bozulacak. Buna da bozuğum.

Yavru kuş yuvadan düştü, yuva bozuldu. Ona da HALA üzülüyorum.

Kız bir yaşını geçti. Evdeyim! Yok İngilizce ders vericemdi, yok yoga hocası olucamdı derken boş gezenin boş kalfası olmayayım! Baksana, daha yogaya istediğim sıklıkta gidemiyorum 🙁

Amma da dertliymişim be! Şımarık kız dertleri! Bunlar da dert mi? Di mi ama? Tamam, tamam, farkındayım. Silkinip toparlanıyorum.

Pazartesi günü yine yeniden haftada 5 gün yoga yapmaya başlıyorum. Hasta olmamak için şimdi gidip vitamin alacağım ve sağlıklı beslenmeye geri dönüyorum. Hatta, yapabilirsem sıfır şeker rejimine geçeceğim. Ay hiç de içimden gelmiyor ama. Neyse, durun durun, onu biraz daha düşüneyim.

Böyle zamanlarda ne yaparım bilir misiniz? Sadece güne odaklanırım. Şöyle ki, o günün akşamı yatağa giderken, yapmam gerekenleri yapmış olarak yatağa gitmeye bakarım. Yani benim durumumda bu şu anlama geliyor, pazartesi akşamı yatağa giderken, sabah yogamı yapmış, tüm gün boyunca sağlıklı beslenmiş ve o haftaki İngilizce dersime hazırlanmış olarak yatağa gidiyor olacağım, inşallah!

Şımarık kız dertlerimi bu haftaya gömüyor ve hepinize limonata tadında bol güneşli bir haftasonu diliyorum…

 

Günlük kategorisine gönderildi | 10 Mayıs Cuma – Şımarık Kız için yorumlar kapalı

8 Mayıs Çarşamba – Yavru Kuşa Yazık Oldu

O kadar tadım yok ki, yazasım da yok aslında. Ama sinirimi atabilmek için az da olsa yazmam gerek.

Hani bizim balkona bir kumru ailesi yuva yapmıştı ya. Günlerce anne baba tek tek çöp taşıdı yuva için. Sonra bir yavru belirdi, sabahları annesi babası uçup gittiğinde o da balkondaki yuvada tepeden bize bakıyordu. İnci Kız bu kuşla bir konuşuyordu ki, görmeniz lazım. Kuş daha yavru ya, tüyü kanadı tam da oluşmamıştı.

Benim eve temizliğe gelen işgüzar kadın yüzünden yavru kuş yuvadan düştü.

Kadın o kadar cahil ki a dostlar. Kaç defa dedim. Sakın yuvayı elleme, çıkıp bakayım deme, hayvanı rahatsız etme diye. Bu sabah arka balkona baktım ki ne göreyim. Bizim kadın pervaza çıkmış, kafasını yuvanın içine daldırmış. Yavru kuş da korkup kaçayım derken duvara tosladı, sonra balkonun zeminine düştü. Bizim kadın yere atlayınca da kuş hepten korktu ve kendini balkondan boşluğa bıraktı.

Sanırım yarım yamalak kanadıyla karşıki ağaca kondu ama yuvaya geri gelmedi, gelemedi. Sabahtan beri bakıyorum, yok. İndim aşağı bahçeye, bakındım, yok. Akşam oldu, anne geldi, tellerde gördüm. Baktı yuva boş, uçtu gitti.

Şimdi bunca emeğe yazık olmadı mı? Bir akılsız yüzünden bir yavru heba oldu.

O kadar sinirliyim ki, anlatamam. Kadını boğasım geldi, yutkundum. Zaten suyu ısınmıştı, bu da son damla oldu.

Onbeşte bir temizliğe yardımcı arıyorum, duyurulur.

Günlük kategorisine gönderildi | 4 yorum

6 Mayıs Pazartesi – Yeni İş

Yuh olsun bana, bir aydır tık yok. Yazmadım, yazamadım. Her yazanın başına gelir bu. Ara ara yazan adama bir kal gelir, ilham kaçar, hayat hızlanır, bazen hüzün basar, bazen de tembellik hasıl olur. Bana da bunlardan ortaya bir karışık oluverdi işte.

Yazacak çok şey biriktiği için çalakalem yazıyorum. Kusura bakmayın.

Yoga… Yogaya devam. Arada bir grip daha atlattım. Üç dört gün sürdü, ayakta geçti. O dönemde yogaya biraz ara verdim tabi. Son iki hafta bu bağlamda kötü, verimsiz geçti. Bu arada, bu sene, hayatımda hiç olmadığım kadar sık grip oldum. Emziriyorum diye midir, vitaminsiz mi kaldım, anlamadım. Geçtiğimiz haftaya kadar her gün azar azar kilo kaybı da devam etti. En son 50’yi gördüm. Ve hemen yemeyi arttırdım. Sanırım şimdi toparladık. Yine 51’im. ‘Aman da ne zayıfım,’ diye yakınanlara çok gıcık olurdum hep. Şimdiye kadar ‘Birkaç kilo daha versem ne iyi olur’culardandım. Bunu da tattık, hadi hayırlısı. Özgürce yiyebilmek süper tabi, şikayetim yok ama insan yine de nedenini sorguluyor, kötü bir senaryodan korkuyor. Hele bir de sürekli grip mrip olmaya başladıysan, hepten sinir oluyorsun. Sağlık her şeyin başı arkadaş. Varsın azcık balık eti olsun insan, sağlıklı olmak gibisi yok. Aman canım bir hava attırmadınız, kısaca, yiyorum yiyorum kilo almıyorum, hehe.

Kıskançlık ve gıpta… Her gün yoga yapabilenlere acayip saygı duymaya başladım. Ben iki hafta 4 gün yoga yaparsam üçüncü hafta mutlaka bir şey oluyor, o hafta bir gün falan yoga yapabiliyorum, sonra da battı balık diye gidemiyorum. Ve ertesi hafta yine yeniden daha adanmış olarak stüdyoya koşuyorum. Pazartesi başlayıp salı biten diyetler gibi 🙁 Bu konuda www.yoganotlari.blogspot.com’un yazarı Pınar’ı çok takdir ediyorum. Finlandiya’nın karında kışında ta nerelerden nerelere her sabah yogaya koşuyor. İşte böyle insanlar saygıyı hak ediyor. Ben de her haftaya yeniden ümitle başlayabildiğim için iyimserlik ödülünü hakkediyorum. Di mi?

Yeni iş… Yazmadığım bu dönemde güzel bir gelişme oldu. İngilizce ders vermeye başladım. Uzun zamandır aklımdaydı zaten. Artık işe yarar birşeyler yapmak, karşılığında da para kazanmak istiyorum. Zira, yoga yolunda yürürken kendimi finanse edecek bir işe ihtiyacım olacak. Öğretmek de en zevk aldığım, en iyi bildiğim şey. İlk öğrencim çok sevdiğim bir arkadaşım. Geçen hafta ilk dersimizi yaptık. Hevesle hazırlanıyorum derslere. Çok hoşuma gidiyor. Öğrencimin gelişimine en iyi şekilde katkıda bulunabilirim inşallah. Dua edin bana :p

Canım kızım… Canım kızımı yerim ben yaaaa… Şimdi tüm anne, babalara tanıdık gelecek bir durumdan söz etmek istiyorum. İnsanın çocuğu oldu mu, benimki en güzel, en akıllı, en komik, en özel çocuk, diye bir hisse kapılıyorsun. Ve bunun gerçek olduğuna Kuran üstüne yemin edebilirsin yani, o derece inanıyorsun. Bizde de durum aynı. Bizimki yeni tanıştığı insanlara dik dik bakıyor, hatta bazen gözünü bile kırpmadan, mimiksiz olarak on dakika bakabiliyor. Öyle ki, bu bakışlardan huzursuz olup elini ayağını ne yapacağını bilemeyenler gördüm. Yaşlılara karşı sempatisi var. Parka gittiğimizde yaşlı birini gördü mü koşup yanına gidiyor, dizlerinin dibine kadar giriyor, el sallıyor, öpücük atıyor, bir cilveler, bir cilveler. Evde bize yaptığı maymunlukları hele  anlatmakla bitiremem. Vallahi de billahi de bizimki en tatlı, en akıllı, en komik 🙂

Daha da var ya, artık bir sonraki yazıya, kısmet…

Günlük kategorisine gönderildi | 6 Mayıs Pazartesi – Yeni İş için yorumlar kapalı

9 Nisan Salı – Dharma ve Karma

Bu sabah Müge Konuralp’in dersine girdim. Çok keyifli bir dersti. Dersin açılışında ettiği iki kelam çok hoşuma gitti, paylaşmak istedim. Ben öyle iki kelime ile özetleyemeyeceğim ama, kusura bakmayın.

Hint inanışlarına göre bir ‘Dharma’ varmış, bir de ‘Karma’. Dharma, bizim hayata geliş amacımız imiş. Herkes bu dünyaya bir amaç ile gelirmiş. Belli birşeyi/şeyleri deneyimlemek ve öğrenmek için. Kimisi kendi ayakları üzerinde durmayı, kimisi aile olmayı, kimisi çocuk doğurmadan yaşamayı vs. vs.

Hayata geliş amacımızı keşfetmek için kalbimize kulak vermeliymişiz. Ama, günümüz dünyası aklı ve zihni dayattığı için, çoğu insan kalbinin sesini duyamaz haldeymiş. İşte Yoga, bizim yeniden özümüz ile bağlantıya geçmemize yarayan bir araçmış ve bu nedenle çok değerliymiş. Yogadaki asanalar sayesinde kalbimiz açılırmış, biz iç sesimizi duyar hale gelir ve gereksiz işler ile zaman kaybetmek yerine hayallerimizin peşine düşerek Dharma’mız doğrultusunda yaşayabilirmişiz.

Karma’ya gelince, şu andaki tutum ve davranışlarımız bizim Karma’mızı yaratırmış. Yani, gelecekte başımıza gelecekleri, onlardan neler öğrenmemiz gerektiğini, gelecekteki yaşam amacımızı, yani Dharma’yı tetikleyen, şekillendiren şey Karma imiş.

Kısacası, geçmiş amellerimiz bir Karma yaratmış, o doğrultuda da Dharma’mız şekillenmiş. Bir nevi, ‘Ne ekersen onu biçersin,’ mi desek? Kader diye bir şey var ama onu biz yaratıyoruz mu desek?

Umarım yanlış bir söz etmemişimdir. İpin ucunu verdim işte, siz buradan yürüyün 🙂

Sizi bilmem ama ben, hayat amacım nedir diye sık sık düşünmüşümdür. Yoga’nın bu konuda bana kapı aralayacağını öğrenmiş olmak bana çok iyi geldi 🙂

Hepinize, hayat amacınız doğrultusundan keyifle yürüdüğünüz harika bir hafta dilerim.

 

Günlük kategorisine gönderildi | 9 Nisan Salı – Dharma ve Karma için yorumlar kapalı

27 Mart Çarşamba – Kundalini ve Geçmişten Resimler

Bu yazıyı dün yazmayı planlamıştım ama kısmet bugüneymiş.

Dün sabah Kundalini Yoga dersine katıldım. Aslında bu yoga türünü sevip sevmediğime bir türlü karar veremedim gitti. Şöyle ki, Kundalini, yoğun bir iş gününün ardından yapıldığında, beni şehirden koparıp yüksek dağların en tepesine, ağaçların kucağına, okyanusun kalbine götüren bir araç olabiliyor. Ama, saat sabahın onundaki derslerde de bana, ‘kim uydurmuş bu saçmalıkları,’ dedirtebiliyor.

Yine de, her sabah yoga yapma ütopyamdan ötürü derse girdim. Derste bilimum garip hareketleri dizi dizi yaptık. En son kurbağa gibi zıplıyorduk, o derece yani. Ara ara can sıkıntısından bayılabileceğimi hissettim, ama direndim. El bileğimizi 360 derece döndürdüğümüz bir hareket vardı mesela, sanki saatlerce döndürdük, bileğim aşınarak kolum bir santim kısalmış olabilir. ‘Bu ne işe yarıyor arkadaş,’ diye bağıran iç sesimi cebren ve hile ile susturdum. Derse devam ettim.

Yoga yaparken her ne hissediyorsan hisset, fiziksel acı olmadığı sürece, derse devam etmek önemli. Durup kendine, fiziksel boyutta ve duygusal boyutta hissettiklerine bakmak, kendini tanıman açısından, çok önemli. Ben de öyle yaptım.

Bu arada, Kundalini’de ders boyunca gözler hiç açılmıyor.

Ders devam ederken, bir anda, bana garip bir şey oldu. Bir takım imajlar belirdi gözümün önünde. Geçmişten kareler. Bir bakıyorum, hop, Alman Kültür’e inen yokuşun başındayım, bir duvarın üstünde oturmuş yere bakıyorum. Ama, yerdeki taşları bile çok net görebiliyorum. Bir bakıyorum, Etiler’de, bir dörtyol ağzında, ışıklarda bekliyorum. Nerdeyse öndeki aracın plakasını dahi okuyabiliyorum. Öyle olmadık yerlere gittim ki, şaşırdım. Yani, hayatım boyunca belki bir kere, iki kere gittiğim sokaklara, mekanlara gittim. Hem de öyle canlı canlı ki bu resimler, zannedersiniz oradayım. Bu kareler gözümün önünde belirirken, içimde de bir takım tuhaf duygular uyandı. Bir huzur, mutluluk, heyecan… Kelimelerle anlatılamayacak türden. Bir garip yolculuk… Geçmişe yolculuk. Zihnimin bir oyunu.

Kendimi hep unutkan bilirdim. Meğer zihnim, bazı önemsiz gibi görünen kareleri, o anın duygusuyla beraber kaydedip saklıyormuş. Yoga, bu saklanmış anıları su yüzüne çıkararak o duyguları bana yeniden yaşatıyor. Ne harika değil mi? Belki ölürken hayatının film şeridi gibi gözlerinin önünden kayıp geçmesi de böyle bir şey. Huzur verici.

Bir şey daha oldu. Ben geçmişi ile barışık biriyimdir. Pişmanlıklarım yoktur. Geçmişe baktığımda da yaşadığım hayat beni mutlu etmiştir. Ama, ilk kez bu derste, çok net bir şey hissettim. Yaptıklarım değil, yapmadıklarım için pişman olduğumu fark ettim. Mesela, keşke yaşımın gerektirdiklerini daha cesurca yaşayabilseymişim. Örneğin, çok aşık olup, cesurca aşkımı açarak, reddedilmeyi de göze alarak, dolu dolu o aşkı yaşayabilseymişim. Dersleri, sınavları, kuralları daha az kafama taksaymışım.

Bu da kızıma öğüdüm olsun. Her yaşın bazı gerekleri var. Hayatı kovalarken, her şeyi fazla ciddiye alarak yaşının gereklerini yerine getirmeyi atlamasın…

Not: Şimdi gözümün önüne bir sahne geldi. İnci büyümüş, genç kız olmuş. Tutmuş elinden bir zıpırı, çıkarmış karşıma, ‘Anne bak yaşımın gereğini yapıyorum, tıpkı bloğunda yazdığın gibi,’ diyor…

Amanin booo. Yok kızım, sen bakma anana. Ders çalış, uslu ol, üzme beni.

Günlük kategorisine gönderildi | 27 Mart Çarşamba – Kundalini ve Geçmişten Resimler için yorumlar kapalı

Otorite ve Sınırlar Üzerine – Konuşmanın Ardından

Sabahki yazının ardından, kızın uyuduğu zaman dilimini fırsat bilerek, bakıcımızla oturdum, konuştum. Ona, onu kırmak istemediğimi, bununla beraber aramızdaki ilişkinin selameti açısından, her ikimizin de rolümüze uygun davranmak durumunda olduğumuzu söyledim. Cuma günü kurduğu cümleleri tekrarladım. Bir çalışanın asla işverenine bu tondan, bu tarz cümleler kuramayacağını, benimle çalışmaya devam etmek istiyorsa, bundan böyle bu konuya dikkat etmesi gerektiğini söyledim. Gelecekte de, iş ile ilgili kendi başına buyruk kararlar almak yerine, meramını önce bana açarsa bu tip sorunları hiç yaşamayacağımızı ekledim. Bu koşulları kabul ediyorsa, benim önceden hazırlamış olduğum kontratı imzalayabileceğini belirttim. Kontratta da benim belirlediğim çalışma koşulları maddelenmişti. Tamam, dedi. İmzaladı. Olay tatlıya bağlandı.

Nasıl mı hissediyorum, hafiflemiş! Harika!

Umarım bundan sonra aynı sorun ile karşılaşmam. Babamın dediği gibi, ipleri koparmadım, gemisini yürüten kaptan oldum. Ama, kendi duruşumdan da taviz vermedim. Bunun için de ayrıca mutluyum.

Bütün bir hafta sonunu, kafamda söyleyeceklerimi tasarlayarak geçirmiştim, oh be rahatladım.

Günlük kategorisine gönderildi | 4 yorum

25 Mart Pazartesi – Otorite ve Sınırlar Üzerine

İnsanlar üzerinde kolayca otorite kurabilenlerden değilim. Genellikle kendi işimi kendim görürüm. Birinden bir şey istemekte zorlanırım. Ama, hayat beni bu konularda eğitmek üzere var gücüyle çalışıyor.

İş hayatındayken zaten her gün otorite kurmak, sınırları korumak, diğerlerine iş yaptırmak konularında pratik yaparsınız. Ben de yaptım. Biraz mesafe de kat etmiştim ki işten ayrılmam gerekti. Ama dediğim gibi, hayat bana bunları öğretmeyi misyon edinmiş bir kere. Hayatın karşıma çıkardığı yeni öğretmenim, evimdeki çocuk bakıcımız.

Samimi, sıcakkanlı biri olduğumdan, yaşı benden büyüklere karşı öğrenilmiş saygımdan ve en önemlisi ‘Aman, İnci’me iyi bakılsın,’ korkumdan, bakıcımıza başından beri gayet arkadaşça, alçak gönüllü, sıcak davrandım. Araya mesafe koymadım. Yaşı benden büyüktür, dedim, kendisine ‘Abla’ diye hitap ettim. Asla bir işi emir kipi kullanarak buyurmadım. Hatta, kadın yaşlı başlı, gücü yetmez dedim, kümbet gibi pusetimizi bir aşağı bir yukarı taşımak gibi ağır işleri asla ona bırakmadım.

Sonuç mu? Elbette, suistimal. Bir de baktım ki, sürüde lideri sorgulayan yeni yetme kurtlar gibi otoritemi sorgulamakta. Kendi başına kararlar almakta. Ve en kötüsü, gelmiş bana, ‘Seninle 15’inde bir oturup konuşalım zaten!’, ‘Bir sene dolunca bana zam yapmak zorundasın ki,’ ‘O kadar zam yapılır mıymış ki zaten’ gibi, gaflet ve dalalet dolu cümleler sarf etmekte. Ben cumartesi çalışmam, şu işi bu işi yapmam, demekte. Yani, ey okur, bu duruma el koyma vakti çoktan gelmiş de geçmekte.

Annem ve babam, ‘Aman kızım alttan al. Çocuğa iyi bakıyor. Bu zamanda böyle düzgün birini bulmak zor, gelen gideni aratır,’ diyorlar. Haklılar belki ama ortada çocuk bakıcısı bulmaktan daha mühim bir mevzu var. Bu sınav sürekli önüme getiriliyor. Birileri benim sınırlarımı çiğniyor, rolleri karıştırıyor. Bu sınavı ya şimdi verip kurtulacağım, ya da yine yeni yeniden bu davranışlara maruz kalacağım. Bakıcı bulmak zor, doğrudur. O zaman bakıcı bulmam. Zaten günün 20 saati kızımın yanındayım. Gerekirse, kalan 4 saati de onunla geçirir, yogayı mogayı bir süre ertelerim. Ama bu sınavı bugün vereceğim.

Sonuçlardan sizi haberdar ederim…

Günlük kategorisine gönderildi | 2 yorum

18 Mart Pazartesi – Karşılaştırmalı Doğumgünü Organizasyonu

Merhaba dostlar,

Cumartesi günü malum, bizim kızın birinci yaş gününü kutladık. Söz verdiğim üzere, evde yaptığım organizasyon deneyimim (diş buğdayı) ile dışarda yaptırdığımı (birinci yaş günü partisi) karşılaştırmalı olarak sunuyorum.

1- Evde davet verecekseniz, önce evi bir hazırlamak gerekiyor. Ev, dip köşe bucak temizlenecek, derlenip toplanacak. Akan kokan yerler tamir edilecek. Oturma düzeni, tabak çanak takımları gözden geçirilecek. Oysa dışarda toplanılacaksa, çantanı kap git, o kadar yani 🙂

2- Evde davet verecekseniz, menü sizden. Ne pişecek, ne zaman pişecek?.. Malum, poğaça börek, çörek gibi şeyleri gününde pişirmeli. Doğum günü sabahı bir de bunlarla uğraşmak gerekecek. Oysa dışarda yapıyorsanız, buyrun pişirilmişi var 🙂

3- Evde davet verecekseniz, davetli sayısını evinizin durumuna göre epey sınırlamanız gerekecek. Mesela, bizim evde aynı anda on kişi bile zor. Diş buğdayında 15 kişi falan ağırladım, bazı yerlerimden terler aktı 🙂 AMA, dışarıda davet verilecekse de, bence davetli sayısı otuzu aşmamalı. Böylece siz de davetlilerinizle ilgilenebilirsiniz.

4- Evde davet veriyorsanız, etrafta çoluk çocuk koşturacak, anneler de onların peşinden. Oysa dışarda, bu işi yapan öğretmenler, görevliler var. Anneler de oturup çay kahve içiyor, rahat nefes alıyor.

5- Evde, her şeyden siz sorumlusunuz. Herkes, her şeyi size soracak. “Şey ot bitti, püsür bozuldu, şunu nerde yapabilirim, tuvalet nerde, başka bardak var mı, su var mı, yoğurt var mı…” Siz de dolap beygiri gibi dönüp duracaksınız. Oysa dışarda, siz de misafirsiniz. Oturun çayınızı için.

6- Evde davet verdiyseniz, herkes gitti miydi etraf meydan muharebesi. Oysa dışardaysanız, atlayın arabanıza, mis gibi temiz eviniz sizi bekliyor. Hayatınıza kaldığınız yerden devam edebilirsiniz…

BUNUNLA BERABER…

1- Elbette dışarıda davet vermek daha pahalı. Bir buçuktan aşağı zor çıkarsınız.

2- İkramlar annenizin sarması gibi olmayabilir. Bu noktada mekanı iyi seçmek gerekli bence. Çünkü bu ikramları çocuklar da yiyecek. Kimsenin midesini bozmak istemeyiz değil mi! Happy Family Club bizden “on puan” aldı.

3- Dışardaysanız, evdeki gibi yayılıp saatlerce kutlama yapamazsınız. Mesela bizim partimiz tam 2 saatlikti. İki saatin sonunda ışıklar söndü :p, müzik kapandı. Çünkü bizim hemen ardımızdan başka bir parti vardı. Benim çocuğum henüz bebek kıvamında. O nedenle bana göre iki saat idealdi. Kızım daha fazlasını kaldıramazdı. Zaten iki saati harika geçirdik. Sonra arabamıza biner binmez yavrucak kucağımda uyuyakaldı. Ama, yaşı büyük çocuklar partiye eğlenceye doyamayabilirler…

4- Eğer becerikli, her şeyi kendisi özenerek yapmayı seven ve de evde misafir ağırlamaktan hoşlanan bir anneyseniz, dışarda toplanmak yerine kendi evinizde, tüm detaylarıyla bizzat ilgileneceğiniz bir parti vermeyi seçebilirsiniz… Elbette, onun tadı da ayrı.

NEDEN Happy Family Club derseniz:

1- İkramlar ev yapımı. Dolmayı mekanın sahibesi Sinem Hanım’ın anneciği sardı, o kadar yani…

2- Mekan son derece şık. Mor, lila, beyaz. Çok zevkli bir kadının elinden çıktığı belli.

3- Mekan ferah. Çocuklar için üst katında koca bir oyun alanı var. Alt katta da yine çocuklara ayrılmış büyücek bir bölüm mevcut. Top havuzları bile var…

4- Kadro süper. İki garson, misafirlerimizin etrafında pervane oldular. Erkek garsonlardan birisi, arkadaşımın iki buçuk yaşındaki kızının paltosunu bir çıkardı ki, gözlerime inanamadım. Ben bile o kadar nezaketle, özenle yapamam.

5- Çocuklarla ilgilenen öğretmenler, ablalar var. Çocuklar yemeklerini yer yemez, hop üst kata alınıyor. Oyuna! Anneler de alt kattan yukarıyı izleyebiliyor, dev ekranda.

6- Her şey saati saatine programlandığı gibi gerçekleşti. Süprize yer yok. Sizin içiniz rahat olabilir.

7- Mekanı kiraladığınız saatler zarfında, mekan sadece ve sadece size ait. Dışardan kimseyi almıyorlar. Böylece etrafta tanımadığınız insanlar dolanmıyor.

8- Ve sahibesi Sinem Hanım çok tatlı 😉 Üstelik bizzat organizasyonunuzun başında.

Merak edenler için: www.happyfamilyclub.com.tr

NOT: Birinci yaşımızı özene bezene dışarda kutladık. Bence bundan sonraki yaşlar için sadece anane, babane, dedeler, hala ve teyze ile evimizde oluruz. Ta ki çocuğumuz büyüyüp, “Ben pinyata isterim,” diye tutturuncaya dek :))

Hepinize iyi bir hafta dilerim…

Günlük kategorisine gönderildi | 2 yorum