28 Ağustos 2013 – Yaz Biterken

En son 20 Haziran’da yazmışım… Aslında sonrasında da yazmışlığım var ama, onlar özelden, kendime notlar, hatırlatmalar mahiyetinde.

İki aydır ne yapıyorum? Yazın tadını çıkarıyorum ve kızımın. Bir yandan da memleket meselelerine üzülüyorum. Ara ara ruhum sıkışıyor, sonra İnci Kız bir koşup sarılıyor bana, “Anni!” diyor, bulutlar dağılıveriyor.

Mayısın son haftası boynum tutulmuştu. Bir hafta kardeşimde yattıydım. O tarihten beri yoga yapamıyorum. Arada iki hafta Marmaris’te, annemlerin yazlığındaydık. Dönüşte, bir ay kadar, Yoğurtçu Parkı’ndaki “Okumuş İnsan Halkın Yanındadır” projesinde gönüllü çalıştım. Ev kadını ve anne olarak, çocuklara bol bol poğaça, börek, kek pişirdim. Derslerde yanlarında bulunarak ayak işlerini yapmaya gayret ettim. Bir ay sonunda, yine parkta, bir çocuk şenliği ile projeyi tamamladık. Harika oldu. Ha bu arada, proje sayesinde, ilk kez de bir radyo programına konuk olarak katıldım. Sanırım 15 saniye konuştum. İşte kek yapıyorum, börek yapıyorum falan dedim 🙂

Ardından, az da olsa para kazanma fırsatı yakaladım. Hem İngilizce ders verdim, hem de İngilizce’den Türkçe’ye çeviri yaptım. Özellikle çeviri işinden çok keyif aldım. Çünkü, bir otelin eğitim materyallerini çevirdim. Otelciliğe dair herşey çok hoşuma gidiyor. Sanki eğitimleri ben verecekmişim gibi keyiflendim 🙂 Ha bir de, yeniden para kazanmak çok çok iyi geldi.

Yaz biterken, önümüzdeki haftayı da kayınvalidemlerin yazlığında geçireceğiz. Altınoluk’ta olacağız, bu yıl son kez denize gireceğiz. Ve bizim için yaz sezonu kapanmış olacak.

Sonra, kısmetse 14 Eylül’de, artık bu alanda kült olmuş sevgili Zeynep Aksoy’un, Temel Yoga Hocalık Eğitimi’ne katılıyorum. Umarım bedenim izin verir ve bu yoğun eğitim programını başarı ile tamamlarım.

Yogayı muazzam özledim. Maalesef ara ara boynum, belim ağrıyor hala. Ama, yetti canıma dinlenmeler, yogaya geri dönesim var.

Bu eğitim programı sayesinde, daha bilinçli yoga yapacağım. Ne yapıp ne yapmamam gerektiğini biliyor olacağım. Artık bu temelin üzerine, özel ilgi alanım olan yoga türlerine de hazır hale gelmiş olacağım. Önce, çocuk yogası elbette 🙂 Bunu bir an evvel öğrenerek canım kızıma aktarmak istiyorum. Yoga ile erkenden tanışacak, ne kadar şanslı, değil mi?

2014’ten dileğim, yeniden iş hayatında var olmak! Yeniden kendi paramı kazanır olmak! Aklımda çocuk yogası var. Eylül’den itibaren bu alanda staj yapmaya başlamayı düşünüyorum. Çok değerli bir öğretmen ile çalışma şansım olabilir (fingers crossed), bana dua edin 😉

Bu arada, yaz boyu Ülke gündemi son derece hareketliydi. Şimdi spekülasyonlar var, Eylül de hareketli geçecek diyorlar. Bir yandan Suriye meselesi, savaş senaryoları. Diğer yandan kötüye giden ekonomi, yaklaşan seçimler.

İnanın şu ortamda maneviyatı sağlam tutmak son derece zor! Ben de elimden geleni yapıyorum. Size de tavsiye ederim. Moralleri yüksek tutalım. İnşallah hepimiz için güzel bir sonbahar, güzel bir kış olsun…

Günlük kategorisine gönderildi | 28 Ağustos 2013 – Yaz Biterken için yorumlar kapalı

20 Haziran 2013 – Tuğçelemeler….

Ülke gündemi tam gaz gidiyor. Her gün yeni bir tür direniş şekli ile karşılaşıyoruz.

Çocuklar parkta geceliyorlardı, “kalkın” dediler. Çocuklar ayağa kalktı, yürüdü, “durun” dediler. Ve çocuklar durdular! Duran adamlar, kadınlar türedi. İnsanlar sokaklarda dakikalarca, saatlerce durmaya başladı. Sonra yine yeniden, “yürüyün” dediler… Böyle yuvarlanıp gidiyoruz. Bir garip hallerdeyiz.

Diyecek söz bulamayan hükümet, bocalamakta. Ama çocuklar tam gaz… Direnişçilerin büyük bir bölümü şu tavırda; “yeter, birbirimize sataşmayalım, insanlarla alay etmeyelim, aynı şiddet içerikli görüntüleri temcit pilavı gibi çevirmeyelim. E peki ne yapalım? Hadi bunu konuşalım!” Şimdi parklarda yaz gecesi açık hava forumları başladı. Herkes kendi mahallesindeki parkta, her gece aynı saatte toplanıyor ve eski Yunan’da olduğu gibi meydanlarda, demokratik bir ortamda fikirler paylaşılıyor.

Bir yandan “duruyorlar” bir yandan da güzel projeler üretiliyor. Mesela şu, son kulağıma gelen projeye bayıldım. Gençler yoksul çocuklar için yaz okulları açacakmış. Muhteşem! Ben önümüzdeki hafta şehir dışında olacağım, ama döner dönmez bu projeyi araştıracağım, içinde yer alabilir miyim, bir bakacağım.

35 yıl boyunca anti-aktivist yaşamış ve düzene uymuş olan ben, bu saatten sonra, hem de onca uğraşıp yeni anne olmuşken, gençlerin bu haklı baş kaldırısını ve barışçıl eylemlerini canı gönülden destekliyorum. Gizli gizli seviniyorum, içim ümitle doluyor. Heyecan taşmaları yaşıyor ve patır patır Face’ten paylaşımlarda bulunuyorum. Sonra da ara ara korkuyorum, ya beni alır götürürlerse, ya kızımı göremezsem, diye endişelere gark oluyorum. Yahu beni ne diye alsınlar, bir kere meydana çıkmamışım, anca bilgisayar başından paylaşımda bulunmuş, paylaşımları like’lamışım… Ama son tahlilde hükümeti eleştiren taraftayım. Birilerinin tavuğuna “kış” demişim. Hem gazeteciler de fikirlerini paylaştıklarından yatmıyorlar mı içerde. Hem bu ülkede polis istediği evde, bulmak istediği her ne ise bulmuyor mu? Endişe ve korkuya teslim oldukça paranoyak fikirler üşüşüyor kafama. Ya beni almaya eve gelirlerse, bir şafak vakti, evi arasalar Osman’ın Aikido’dan kalma sopalarını, kılıçlarını vs bulsalar… Anında terörist başı oluveririm mazallah!.. Sonra beni de atarlar içeri, artık kızımın resimleri ile avunurum… Aman Yarabbi! Biliyorum, kulağa salakça geliyor. Ben kimim ki! Bu kadarı kendini fazla önemsemek oluyor. Ama, işte naparsın, “anayım ben ana!” (Burada Büşra Pekin’in Hıyarlı Baba’daki repliğini hatırlayın n’olur)

Yahu, hayat boyu üzerime giydiğim rollerden en çok şu ‘ana’lığı sevdim billahi. Ne evlat, ne arkadaş, ne öğrenci, ne de iş kadını Tuğçe beni bu kadar mutlu etti. Sanki “Anne=İyi İnsan” demek. Her zaman değil tabi, ama genel kanı bu. Anne olduğumu hatırladıkça, iyi insan olmam gerektiğini de hatırlıyorum. Bu annelik halini çok seviyorum. Böyle yirmili yaşlardaki gençlere “evladım” diye konuşasım geliyor. Vahim! Biliyorum! Velhasıl bende durum bu!

Her neyse! Ülkemiz bir garip süreçten geçiyor, ama ben herşeyin çok güzel olacağını hissediyorum. Bakın göreceksiniz, herşey çok güzel olacak!

Şimdi kişisel konulara gelelim. Artık biliyorsunuz, bir süredir yogaya ara verdim, fenalardayım. Bu sebepten kendimi bakıma çekmeye karar verdim. Lakin bu öyle cilt bakımı, detoks falan değil. Zihin temizleme bakımı. Ben, (şimdilerde moda olan) düşüncelerin yaratıcı gücü olduğuna inanıyorum. Secret’tan çoook evvel, kırmızı kapaklı bir kitap okutmuştu babam bana, %100 Düşünce Gücü, Jack Ensign Addington. Sanırım üniversiteye yeni başlamıştım daha. O tarihten beri bizzat bu metodu uyguladım ve düşüncelerimin yaratıcı gücünü deneyimledim. Zaten sonra da Secret falan çıktı piyasaya…

Mevzu basit, yol malum, ama tıpkı defalarca diyet yaptığı halde yeniden diyetisyene başvuranlar gibi ben de yine yeniden bu konu ile ilgili bir kişisel gelişim kitabı okumaya başladım. Nuray Sayarı’dan “Rastlantı Yoktur Neden Vardır”.

Kitapta başarmak istediğin konu (gerçekleştirmek istediğin şey) ile ilgili bir çalışma var. Her sabah, o şey olmuş gibi hayal ediyorsun, şükrediyorsun! Mesela “Allah’ım şükürler olsun ki, yepyeni ve çok güzel bir ev satın aldım” gibi!… Bunu 21 sabah uyandığında tekrar ediyorsun, sonra 7 gün ara verip 21 sabah daha yapıyorsun. Aç karnına, tok karnına fark etmez. Veee, mucizevi bir biçimde, en kısa sürede o ev senindir 🙂 Nasıl?

İnanmadınız mı? Vallahi siz bilirsiniz, fakat şu kadarını söyleyeyim, ben bunu yıllardır yapıyorum, daha bir kez sekmişliği yok! Allah’a çok şükür 🙂

Her neyse, ben yarından itibaren başlıyorum. Sonuçları size bildiririm. Bireysel bazı dileklerimin yanında, ülkemiz için de yapacağım bu dediğimi. Hadi yine iyisiniz 😉

“Allah’ım şükürler olsun ki hükümeti dürüst, çalışkan, eşitlikçi, demokratik, laik, vatandaşına sevgili, saygılı, ülkeyi kalkındırmayı amaç edinmiş ve bunu en güzel biçimde başaran, ülke çıkarlarını kendi çıkarları üzerinde tutan, modern, çağdaş zihniyete sahip, ülkeyi barışçıl politikalarla yöneten, kalkındıran, hem azınlık hem çoğunlukların gönlünde taht kurmuş, tüm vatandaşların sağlık, eğitim, iş, sosyal haklarını güvence altında tutan bir ülkede yaşıyorum!”

Dediğim gibi, Herşey Çok Güzel Olacak!… Demedi demeyin!

Günlük kategorisine gönderildi | 20 Haziran 2013 – Tuğçelemeler…. için yorumlar kapalı

14 Haziran 2013 – Haleti Ruhiyem

Rüyada gibiyim. Ülke gündemi beni esir aldı. Bir anda hayatlar değişti. Ne hikmetse ruh halim de inişli çıkışlı ve değişkendi. Bir an Sosyal Medya’da ateşli paylaşımlar yaparken, bir an duşta “Allah’ım ya kötü birşey olursa ve ben çocuğumun büyüdüğünü göremezsem” diye ağlayabiliyorum.

Tüm bunlar boynumdaki kilitlenmenin üzerine gelişti, yani Yoga’ya da ara verdiğimden, boş boş oturup, bol bol gündemi izliyorum.

Not: Bilinçli olarak aşağıdakileri şimdiki zaman diliyle yazacağım. Bu bir çeşit “secret” oluyor!

Şimdi kısa bir tatil planım var. Annemlerin yazlığında bir hafta geçiriyorum. Sonra dönüp yogaya yazılıyorum, iki ay yoga yapıyor ve ardından kayınvaldemlerin yazlığında bir hafta geçiriyorum. Sonra da Zeynep Aksoy’un Temel Yoga Eğitmenliği Kursu’na kaydoluyorum ve (sağlıklı bir beden ile) yoğun bir altı ay geçiriyorum. Bu dönemde eğer açılırsa, Banu Çadırcı’dan Yoga Terapi Eğitimi’ni de alıyorum. 2014’te de (gerekirse stajyer/ gönüllü) yoga eğitmeni olarak yeniden topluma yararlı bir birey haline geliyorum, çalışıp kendi paramı kazanıyorum.

Oh! Bunları yazmaya ihtiyacım vardı. Çünkü boşlukta yüzüyor gibi hissetmeye başlamıştım kendimi. Bu kadarcık şey bile kendimi daha iyi hissetmeme yaradı 🙂 Yazmak çok işe yarıyor. İsteklerinizi, hayallerinizi olmuş gibi yazın. Hatta, sanki istekleriniz gerçekleşmiş gibi şükredin. Vallahi işe yarıyor. Yani şimdiye kadar bende hep işe yaradı 🙂

Son dönemde Sosyal Medya’daki mizahi paylaşımlara bayıldım, bayılıyorum. Gençlerin ne muhteşem bir mizah anlayışları var. Keşke bende de olsaydı, büyük eksiklik. Ama ben de güzel espriye/şakaya çok güzel kahkaha atarım. Bana kahkaha attıranlar, siz çok yaşayın ya, sizi seviyorum.

Bebekleri, küçük çocukları hep sevmişimdir de şu son 15 gündür 90 kuşağına muazzam bir sevgi beslemeye başladım. Cadde gençliği diye dudak büktüğüm (sanki ben neysem) çocuklara şimdi sarılasım, onları yanaklarından öpesim geliyor. İnci’yi bahane edip yanlarına yanaşıyorum. Onlar İnci’yi severken ben de çaktırmadan onları izliyorum, hayranlıkla!

Herşey çok güzel olacak! Biliyorum! Çünkü tıpkı Ata’m gibi, ben de Türk Gençliği’ne güveniyorum.

Günlük kategorisine gönderildi | 14 Haziran 2013 – Haleti Ruhiyem için yorumlar kapalı

3 Haziran 2013 – İlk Politik Yazımı Yazdım, Çok Heyecanlıyım

Yeniden merhaba…

Hayat ne garip, Reyhanlı’nın ardından, 13 Mayıs tarihli yazımda aynen şunları söylemişim:

“Ülkemde acı olaylar yaşanıyor. Haberleri izlemek, gazeteleri takip edebilmek için insanda mangal gibi bir yürek olması lazım. Annem, babam bu konuda beni çok eleştirirler. Bir türlü yapamadım, öğrenemedim ağlamadan haber izlemeyi. Ben de izlememeyi seçtim, hiç bilmemeyi. Bilmemek çözüm değil elbette. Biliyorum, devekuşu gibi kafamı kuma gömüyorum. Ama aksi taktirde dengede duramıyorum. Aktivist biri de değilim. Bizim nesilden kaç tane aktivist çıktı ki? Bir elin parmaklarını geçmez. Ben de ‘ben’cilerdenim. Bencilim…”

Daha ay bitmeden olanlara bak!.. Değişime bak:

Susturulmuş, apolitize edilmiş, internet başından kalkmayan gençlik, hükümetin takındığı aymaz tavrı protesto etmek için sokaklarda. Hem de üç beş değil, onbinlercesi, tüm yurtta.

Telefonda “hükümet” sözcüğünü telaffuz ettiğimde bile korkudan telefonu yüzüme kapayan annem (neymiş, telefonlar dinleniyormuş), dün Bağdat Caddesi’nde elinde bayraklarla yürümüş, coşku ile bunu anlatıyor bana. Hem de telefonda!

“Karşıt fikirlerin ürün ve hizmetini satın almayın,” diyenleri eleştirip, “iyi olan ürün/hizmeti kullanırım,” diyen ben, bu sabah ilk iş on yıllık bankamı, hizmet ve ürünlerinden memnun olmama karşın, değiştirdim. Hesaplarımı kapattım, kartımı iptal ettirdim, bireysel emekliliklerimi aktardım, paramı taşıdım.

Çocuğum için canımı veririm, ama pedagoglara rağmen gün boyu TV’yi kapamayan ben, yanlı ve susturulmuş medyayı boykot için TV’yi kapattım.

“Politikadan nefret ediyorum, haberler canımı acıtıyor, bilmeyeyim daha iyi,” deyip de gazeteleri okumayı reddeden ben, sabah ilk iş Cumhuriyet ve Sözcü’yü karış karış okudum, Sözcü’nün aplikasyonunu telefonuma indirdim.

Allah senden bin kere razı olsun rte ve hükümeti, uyuyan bir nesli uyandırdınız, ayağa kaldırdınız!

Şiddet(polis şiddeti hariç) içermeyen, halk hareketi olarak başlayıp süren, hiçbir partiden beslenmeyen bu protesto eylemi tüm halkın gözlerini yaşarttı. Bizi tek yürek yaptı. İnancımızı kaybetmek üzereydik, içimizde har har yanan koskocaman bir ateş yaktı. Bu kadar insanın meydanlarda bir araya gelip, dayanışma içerisinde, vandalizme başvurmadan, provokasyona mahal vermeden, günlerdir verdikleri mücadele, milletime, vatanıma olan inancımı inanılmaz ölçüde güçlendirdi. Hepimiz o meşhur korku eşiğini aştık. Allah senden bin kere razı olsun rte.

Hükümetten nemalandığı için olaylara sırtını çeviren medya kuruluşları, dev holdingler! Kimse gazetelerinizi okumazsa, televizyonlarınızı izlemezse, restoranlarınıza, cafe ve barlarınıza gitmezse, bankalarınızı kullanmazsa ne yapmayı düşünüyorsunuz? Benim bu harekete nacizane katkım böyle olacaktır. Çocuğumu bırakıp meydanlara çıkamadım, tarihi bir olayı Twitter ve Facebook’tan izlemek zorunda kaldım. Benim de yapacağım bu olacaktır.

Bu arada, Facebook’ta bir arkadaşın durum güncellemesi dolaşıyordu, Taksim’e gitmeyip Bağdat Caddesi’nde yürüyüş yapan, “Tayyip İstifa” diye bağıranları küçümsemiş, hoş olmayan da bir tabir kullanmış. Yapmayalım arkadaşlar. Zaman birleşme zamanı. Elinden bu geliyorsa bunu yapsın, evinden çıkamıyorsa tencere tava çalsın. Ne fark eder. Yeter ki üç maymunu oynamasın.

Birleşmekten kastım bunun da ötesinde aslında. Nasıl ki bizler kendi yaşam tarzımıza saygı istiyoruz, aynı saygıyı bizimle aynı görüş ve inancı paylaşmayanlara da sunabilmeliyiz. Şöyle ki, bazı fotoğraf kareleri gördüm, başı kapalı genç kızlarımız da bizimle el ele Gezi Parkı için yürüyorlardı. Bu cesur kızları alkışlıyorum. Üzerlerindeki sosyal baskıyı düşünsenize. Kalabalığın içinde üç beş kişi, kabak gibi de ortadalar! Cesareti düşünün! Yürekten alkışlıyorum onları.

İşte gün gelip devran döndüğünde, bu arkadaşların da haklarını sonuna kadar korumak boynumuzun borcudur. Demek ki onlar da örtüleri ile üniversiteye gidebilmeli, meclise girebilmeliymiş. Bu olaylar bana bunu öğretti.

Çünkü, hiçkimse özgürlükleri elinden alınıyorsa buna seyirci kalmaz. Hiçbir dikta rejimi sonsuza kadar sürmez. Er ya da geç her kesim, hakkı olanı almak için ayaklanır. İşte bunu asla unutmamalıyız.

Zamanında bizim yaptığımız hatayı (üniversitelere başörtülü kızlarımızı sokmamak) bugün bize karşı yapanlar (yaşam şeklimize karışanlar) bir gün bize dönerse,”hatamızı anladık,” derse onları bağrımıza basmalıyız. Çünkü birlikten kuvvet doğar. Çünkü yasaklar ancak yasaklananı daha da cazip hale getirir. Ne olur bunu hep hatırlayalım.

Son bir lafım da sosyal medyayı küçümseyenlere geliyor. Evet, son derece modern, eğitimli orta yaşlı kesimden bazı kimselerin sosyal medyayı küçümsediğine tanık oldum. Onlara göre boş insanlar, çocuklarının, sevgililerinin, kendilerinin fotoğraflarını yükleyerek, “bakın ne kadar mutluyum,” demek için kullanıyorlardı sosyal medyayı. Bugün gördük ki, en gerekli zamanda, sosyal medya, karartılmış basın ve yayın organlarının ikamesi oldu. Çoluk çocuk resmi yükleyenler, basından gizlenen fotoğraf, video kaydı ve bilgileri paylaştı, gelişmeleri aktardı.

Bu olaylar bize öğretti ki sosyal medyayı küçümsemek, istememek, yok saymak, zamanında matbaayı reddetmiş olmamız kadar büyük bir hatadır!

Hepimize güzel haberlerle dolu bir hafta diliyorum.

Günlük kategorisine gönderildi | 1 yorum

29 Mayıs Çarşamba – Ağrılar

Pazartesi aksam üstü Şima’ya geldim, o vakitten beri dinlenmedeyim.  Ağrılar ile ilgili son durum şöyle; belim geçti, boynum aynı şiddette ağrımaya devam ediyor.

Dün gece Şima için zorlu geçti. Inci çok uyandı ve uykuya zor geçti. Beşte komple ayıldı. Şima’yı yatırdım, dokuzda Hafizabla gelene dek kızı oyaladım ve kahvaltı faslı bitince, on gibi, yeniden yatmaya başladım.

Arkası yarın…

Günlük kategorisine gönderildi | 29 Mayıs Çarşamba – Ağrılar için yorumlar kapalı

28 Mayıs Salı – Yatış

Yatıştayım! İnci’yi aldım, kızkardeşime geldim. Annem de burada, Melisa’m da burada, Hafizabla, Şima’nın yardımcısı Birgül… Karılar Koğuşu! Zavallı eniştem Onur çareyi erkenden yatmakta buldu 🙂

Inci acayip mutlu. Melisa’nın kuyruğundan ayrılmıyor. Illa onun yamacında olacak.

Gece annemle yattım, Inci de yanımızdaki park yataktaydı. Bir kez uyandi, ananesi yerinden almadan pışpışladı. Bizimki şaşırdı, oturdu, yattı, kalktı, geri yattı. Ama ağlamadı. 45 dakika sonra da uyuyakaldi 🙂

Pazar günü babanemizin kollarındaydık, dedemizle halamızla, köpüşlerimizle bahçe keyfi yaptık. Dün ve bugün de anane, teyze ve Meloşumuzlayiz. Bu bakım, ihtimam, Inci de ben de şımarıklıkta tavan yaptık.

Bu arada, ne zamandır, Allah’ım üç güncük deliksiz uyusam, diyordum, yine duydun sesimi yarabbim, ne istediğime dikkat etmeliyim 🙂

Günlük kategorisine gönderildi | 28 Mayıs Salı – Yatış için yorumlar kapalı

24 Mayıs Cuma – Boyunluk, Unutulmak, Yogasızlık ve Yaşlanmak Üzerine

Son iki haftadır tutuk olan boynum, Çarşamba günkü yoga dersinde hepten kilitlendi. Dersin son 40 dakikasını Savasana’da geçirmem gerekti. Dersten çıktıktan sonra inatla, bir kaç saat kadar daha bilgisayar başında oturup ertesi günkü İnglizce dersimi hazırladım. Laptop’un şarZı 😉 tükenince, baktım boyun hareket kabiliyetim sıfır, acilen doktora gitmem gerektiğine, bunun bir şımarıklık olmadığına kanaat getirdim. Eşimi aradım, Caddebostan’daki Med Amerikan’a gittik. 2009 yılında belim kilitlendiğinde de oraya gitmiştik. Bu da demek oluyor ki, dört yıl arayla önce belimi, sonra boynumu kilitlemeyi becermişim. Bravo bana.

Doktora, son iki haftadır boynumun ağrıdığını, belki geçer diye düzenli yogaya devam ettiğimi, en sonunda da tümden kilitlendiğimi söyledim. “Bu halde iki haftadır yoga mı yapıyorsun, aferin kızım, azmin elinden hiçbirşey kurtulmaz,” dedi 🙂 Kas gevşetici ilaç tedavisi, boyunluk ile üç gün istirahat verdi. Tabii bu arada, “İnci’yi de emziremezsin,” dedi.

Kızım artık 14 aylık, ama hala her gece meme ile uykuya giden bir çocuk. Ömrü hayatında mama almamış, biberon nedir bilmez, emzik tanımaz. İlk gece epey zor geçti. İnci ağlaya ağlaya kafasını göğsüme vurdu. Ben ona yumuşak bir tonda anlattım; boyunluk dedim, ilaç dedim, süt yok dedim. Boş boş bana baktı, sonra yeniden ağlayarak kafasını göğsüme vurmaya devam etti. Ancak baktı ki meme yok, en sonunda mamayı aldı, uyudu.

Kızıma meme veremediğim için çok üzüldüm. Sanki kendi çıkarım için onu mağdur etmişim gibi hissettim. Ama ertesi gün o kadar da zorlu geçmedi. Memeyi bir iki kez denedi, alamayınca ağlayıp tutturmadı, biberonu aldı. İlginçtir ki, bu durum beni daha da çok üzdü. Ne yani, bir gecede beni unutmuş muydu şimdi bu çocuk. Ben bir gecede unutulacak kadın mıydım. Resmen hayal kırıklığı yaşadım. Karalar bağladım. Kendi selametim açısından en kısa zamanda sistemimi ilaçlardan temizlemeye ve yavrumu emzirmeye devam etmeye karar verdim.

Bugün kontrol için Med Amerikan’daydık. Ağrıda azalma var. Çarşamba günkü gibi kilitli değil, ama yüzde yüz iyileşme de yok. Doktor bir merhem verdi. On gün Yoga yok, sonrasında da, ağrı tamamen kaybolana dek Yoga yok, dedi 🙁 Ühühühü… Ben her gün Yoga yapmak istedikçe böyle oluyor işte. Bu incinme uyuyan bir boyun fıtığına işaretmiş. Üç gün daha boyunluğa devam edecekmişim. Sonrasında da boyunluğumu İnci’yi kaldırırken falan kullanabilirmişim. Bir süre yatarken de kullanabilmek için izin istedim. Uyurken tuhaf şekillere giriyorum, İnci her ağladığında da aniden yataktan fırlıyorum, oramı buramı incitiyorum. “Kullan,” dedi.

Her neyse. Oradan çıktık, Caddebostan Pelit’te kahvaltı ettik. Aa, menüyü elime aldım ki o da ne, Ajda bardakta çay 4 TL. YUH! dedim. Üstelik trafik gürültüsü, egzos kokusu, kaplumbağa hızında servis eşliğinde içiyorsunuz çayınızı. Geçen seneye kadar Four Seasons’ta bile 30-40 TL’ye çay saati alınabiliyordu. Ki öyle kuru kuru bir bardak çay değil sözünü ettiğim. Four Seasons hizmeti, boğaz manzarası ve muhteşem lezzetler eşliğinde doyana kadar çay… Garsona lafı soktum hemen, “Aman, bu çay çok kıymetli, yavaş koyun masaya,” dedim. “İstanbul’un en pahalı çayını satıyorsunuz da,” diye ekledim. “Yok, ben geçenlerde Çekmeköy’de altı liraya içtim,” dedi. İyi halt yedin, diyesim geldi, Allah’a havale ettim.

Sonra Osman’ı kandırdım, işlerimizi dışarda, laptop’ta halledelim, dedim. Caddebostan Migros’un karşısındaki Starbucks’a geldik. Boyunluğu hala takıyorum ya, kadınlar tuvaletinde bir kadın bana “Aa estetik mi oldunuz?” dedi… Ya çok moralim bozuluyor ama. O kadar yaşlı mı duruyoum ben? Annem de geçenlerde söyledi, yok efendim kaşım gözüm aşağı doğru sarkmışmış ta acaba yüzüme krem sürerken yanlış yönde mi sürüyormuşum. Öncesinde de bir cafe’de İnci’nin peşinde koşturuyordum, hostes kız gelip, “Bakıcısı mısınız?” diye sormuştu. Annesiyim, dediğimde de öyle bön bön bakmıştı. İnsan kıvırır, aman da ne genç anne falan der, yok!

Ama ilk defa bu sene kendimi yaşlanmış hissediyorum. Ya hamilelik döneminde kilo alıp doğumdan sonra hızla kilo kaybettiğimden pörsüdüm, ya da artık çalışmadığımdan ötürü daha çok vaktim var ve kendimle uğraşmaya başladım. Ah, ah, eskiden fotoğraflarımı beğenirdim. Hazırlanıp evden çıkarken kendimi güzel hissederdim. Meğer yaş otuzbeş yolun yarısı marısı değilmiş, yaş otuzbeş iş bitmiş demekmiş 🙁

Boyunluktan buralara nasıl geldik? Vallahi ben de bilmiyorum. Bu aralar bende bütün sohbetlerin sonu bir biçimde buraya çıkıyor. Sanırım yaşlanıyorum 🙂

Günlük kategorisine gönderildi | 2 yorum

22 Mayıs Çarşamba – Tutuldum

Son iki haftadır son derece düzenli yoga yapıyordum ki, tutuldum. Aslında yaklaşık olarak kızın altıncı hastalığından bu yana boynumun sağ tarafı ile belimin sol tarafı tutuktu. Yine de ısrarla yogaya devam etmiştim ki bugün yoga dersinin ortasında kalakaldım. Şu anda boynumu sağa sola oynatamıyorum 🙁 Hoca en az bir hafta dinlen, gelme, dedi 🙁 Oh No! Moralim bozuldu. Oysa ne güzel gidiyordum 🙁 Neyse, kısmet, n’apalım.

Dinleneyim tabi dinlenmesine de, canım şişkomla bu iş nasıl olacak? Tombişim geceleri uyanıyor hala, gündüzleri de parka gitmek istiyor, oyun istiyor, kucak istiyor. Şöyle profesyonel masaj bilen sihirli bir el olsa da, reikili, masaj yapsa bana bir güzel 🙂

Bugünkü yazı bu kadar arkadaşlar. Tutuk bir halde İngilizce dersimi hazırlamam gerekiyor. Hafta ortası çarşambanız güzel geçsin.

Günlük kategorisine gönderildi | 3 yorum

Dağınığım, Dağınıksın, Dağınık

Bu arada, bir önceki yazıda bahsettiğim kitabı okumak için oturdum, bismillah, golü yedim. Kitabın daha ilk bölümünde çocukların düzenli derli toplu ortamlarda çok daha iyi gelişim gösterdikleri yazılı. Tertipli olunmalıymış ve çocuğa da bu aşılanmalıymış. Katılıyorum! Ama…

Olamıyorum! Mayamda yok, yok, olmuyor! Yoksa ben de istemez miyim, her şeyin bir yeri olsun, her şey yerli yerinde dursun. Evdeki bazı eşyalara yer bulamıyorum. Hiçbir kategoriye girmeyen ıvır zıvırlar etrafta serbest dolaşımda. Eskiden bir ümidim vardı. İlerde eşim derli toplu olur da beni de yola sokar belki, derdim. O tren de kaçtı. Ben dağınık olup bundan rahatsız olan bir insanım. Osman ise ultra dağınık olup bundan gayet mutlu olan bir insan 🙂 Şimdi bizden derli toplu çocuk çıkar mı? Çıkmaz!

Bu arada, The Middle’ı izleyeniniz var mı, böyle yazınca kendimi oradaki saplantılı anneye benzettim. Kadın iki günde bir eve kafasında yeni bir fikir/proje ile dönüyor. Yok bundan böyle ailecek kaliteli vakit geçirilecek, yok artık TV başında pineklenmeyecek, outdoor planlar yapılacak… (Genelde de bu fikirler yan komşuları bayan mükemmel anneden çıkıyor.) Kadın böyle çırpınıp duruyor garibim. Zavallı kocası (ki o da Osman’a çok benziyor) ve çocukları ise bu durumdan fena halde baymış durumdalar 🙂

Her neyse. Ne diyordum, dağınıklık, evliliğimizin ilk dört senesinde ben eşimden önce evden çıkıyordum. O nedenle yatağımızı yapamıyordum. O yatak dört yıl kapanmadı a dostlar. Oysa bu konuda bir batıl inancım da var, “Evden çıkarken yatağını yaparsan, o gün işlerin yolunda gider.” Bu arada, bu inancı da yetişkinlik çağımda, bilerek isteyerek edindim. İşime yaradığından kullanıyorum. Buna benzer birkaç batıl inanç daha sıralayabilirim, “Klozet kapağı ve banyo kapısı kapalı tutulmalı ki evin enerjisi bozulmasın.” “Eski, kullanılmayan, bozuk, kırık eşyalar evde tutulmasın ki evin enerjisi bozulmasın”… vb.

Bu arada, yanlış anlaşılmasın, temizimdir. Mesela gün aşırı evimiz silinir süpürülür. Ben de çocuk mocuk dinlemem, haftasonları mümkünse evden çıkmadan evi silip süpürürüm. Ama dağınıklık… o ayrı bir şey işte.

Şimdi karalar bağlamış durumdayım. Nasıl derli toplu olacağım bakalım. Öyle, aman canım ben de böyleyim, napayım, deyip de rahat edebilenlerden olamadığımdan, bir şeyi kafama taktım mıydı bir türlü ucunu bırakamadığımdan, yandık ki ne yandık.

Yeni yıla girerken kendime koyduğum, her daim şık olunacak, maddesi feci şekilde gümlemiş durumda mesela. Yanına bir de her daim derli toplu olunacak, eklendi şimdi. Vah ki ne vah!..

Dur gidip Osman’a yeni planımı anlatayım. Osmaaaan!..

Günlük kategorisine gönderildi | 2 yorum

Montessori – Harika Çocuk Nasıl Yetiştirilir?

Çocuk yetiştirmek öyle kolay değilmiş. İnsan elinden gelenin en iyisini yapmak istiyor. Ama en iyisi ne, işte bu göreceli. Konuyla ilgili yazılmış bir dolu kitap, öne sürülmüş çok sayıda yöntem var. Zamanınız çok, sabrınız bol ise, hepsini okur, içlerinden size uygun gelenleri alırsınız. Ama bu yöntemin bir kötü yanı var. İnsanın kafası karışabiliyor, çocuk da deneme tahtasına dönebiliyor.

Ben de şurdan burdan duyduklarıma, elime geçen kaynaklara göz gezdirdim. Baktım kafam iyiden iyiye karıştı, yapabildiklerim ile yapamadıklarım birbirine dolaştı, kitabı dergiyi kenara bıraktım, içgüdülerime teslim ettim kendimi.

Lakin, yine son dönemde Montessori, Waldorf gibi ekoller çokça kulağıma çalınmaya başlamıştı. En son, sevip takdir ettiğim bir tanıdığımın bloğunda da görünce (www.sedasolar.blogspot.com) yeniden elim bir kitaba gitti.

Kitap, Seda’nın da bloğunda yazdığı üzere, son derece itici bir başlığa sahip: Harika Çocuk Nasıl Yetiştirilir? İtici, çünkü ben “Harika” çocuk değil, “Sağlıklı, Mutlu, Özgüvenli” bir çocuk yetiştirmek istiyorum. Ama kitabı elinize alırsanız göreceksiniz ki yazarın “Harika” ile kast ettiği aslında yine “Sağlıklı, Mutlu, Özgüvenli” çocuklar.

Bakın, bir önceki yazımda söz ettiğim, “sorumu sorarım, yanıtı gelir beni bulur,” yöntemim var ya hani, işte, bu konuda da aynen başıma gelen budur. Ben senelerdir söyler dururum, Kardeşim! Üniversite bitiren bir insan toplamda neredeyse 16-17 sene okula gidiyor. Doğru mu? Peki ne öğreniyor? Matematik, Fizik, Kimya…

Benim anlayamadığım, nasıl oluyor da üniversiteden mezun olan bizler hayat hakkında HİÇBİRŞEY öğrenmeden hayata atılıyoruz? En basitinden, “Nasıl mutlu olunur? İç huzuru nasıl sağlanır? Sağlıklı beslenmek nedir? Neden önemlidir? Spor yapmak neden gereklidir? Duvara çivi nasıl çakılır? Saksıda çiçek nasıl yetiştirilir? Yemek nasıl yapılır? Düğme nasıl dikilir?”Aklınıza ne gelirse işte.

Günlük hayatla ilgili TEK BİR ŞEY bile öğretilmedi bize okullarda. NİYE? Ömrüm boyunca HİÇ kullanmadığım integral, trigonometri, polinomlar bunlardan daha mı önemliydi? Acaba benim gibi düşünüp çocukları hayata hazırlayan bir okul olamaz mıydı?

İşte, bunları kendi kendime sorup dururdum. Varmış. Demem o ki, Montessori ve Waldorf da aynen benim gibi düşünüyormuş meğer. Cevap yine kucağıma düştü.

Devamını kitaptan okuyunuz efendim: Kaknüs Yayınları, Tim Seldin, Harika Çocuk Nasıl Yetiştirilir? (How to Raise an Amazing Child)

Günlük kategorisine gönderildi | Montessori – Harika Çocuk Nasıl Yetiştirilir? için yorumlar kapalı