27 Mart Çarşamba – Kundalini ve Geçmişten Resimler

Bu yazıyı dün yazmayı planlamıştım ama kısmet bugüneymiş.

Dün sabah Kundalini Yoga dersine katıldım. Aslında bu yoga türünü sevip sevmediğime bir türlü karar veremedim gitti. Şöyle ki, Kundalini, yoğun bir iş gününün ardından yapıldığında, beni şehirden koparıp yüksek dağların en tepesine, ağaçların kucağına, okyanusun kalbine götüren bir araç olabiliyor. Ama, saat sabahın onundaki derslerde de bana, ‘kim uydurmuş bu saçmalıkları,’ dedirtebiliyor.

Yine de, her sabah yoga yapma ütopyamdan ötürü derse girdim. Derste bilimum garip hareketleri dizi dizi yaptık. En son kurbağa gibi zıplıyorduk, o derece yani. Ara ara can sıkıntısından bayılabileceğimi hissettim, ama direndim. El bileğimizi 360 derece döndürdüğümüz bir hareket vardı mesela, sanki saatlerce döndürdük, bileğim aşınarak kolum bir santim kısalmış olabilir. ‘Bu ne işe yarıyor arkadaş,’ diye bağıran iç sesimi cebren ve hile ile susturdum. Derse devam ettim.

Yoga yaparken her ne hissediyorsan hisset, fiziksel acı olmadığı sürece, derse devam etmek önemli. Durup kendine, fiziksel boyutta ve duygusal boyutta hissettiklerine bakmak, kendini tanıman açısından, çok önemli. Ben de öyle yaptım.

Bu arada, Kundalini’de ders boyunca gözler hiç açılmıyor.

Ders devam ederken, bir anda, bana garip bir şey oldu. Bir takım imajlar belirdi gözümün önünde. Geçmişten kareler. Bir bakıyorum, hop, Alman Kültür’e inen yokuşun başındayım, bir duvarın üstünde oturmuş yere bakıyorum. Ama, yerdeki taşları bile çok net görebiliyorum. Bir bakıyorum, Etiler’de, bir dörtyol ağzında, ışıklarda bekliyorum. Nerdeyse öndeki aracın plakasını dahi okuyabiliyorum. Öyle olmadık yerlere gittim ki, şaşırdım. Yani, hayatım boyunca belki bir kere, iki kere gittiğim sokaklara, mekanlara gittim. Hem de öyle canlı canlı ki bu resimler, zannedersiniz oradayım. Bu kareler gözümün önünde belirirken, içimde de bir takım tuhaf duygular uyandı. Bir huzur, mutluluk, heyecan… Kelimelerle anlatılamayacak türden. Bir garip yolculuk… Geçmişe yolculuk. Zihnimin bir oyunu.

Kendimi hep unutkan bilirdim. Meğer zihnim, bazı önemsiz gibi görünen kareleri, o anın duygusuyla beraber kaydedip saklıyormuş. Yoga, bu saklanmış anıları su yüzüne çıkararak o duyguları bana yeniden yaşatıyor. Ne harika değil mi? Belki ölürken hayatının film şeridi gibi gözlerinin önünden kayıp geçmesi de böyle bir şey. Huzur verici.

Bir şey daha oldu. Ben geçmişi ile barışık biriyimdir. Pişmanlıklarım yoktur. Geçmişe baktığımda da yaşadığım hayat beni mutlu etmiştir. Ama, ilk kez bu derste, çok net bir şey hissettim. Yaptıklarım değil, yapmadıklarım için pişman olduğumu fark ettim. Mesela, keşke yaşımın gerektirdiklerini daha cesurca yaşayabilseymişim. Örneğin, çok aşık olup, cesurca aşkımı açarak, reddedilmeyi de göze alarak, dolu dolu o aşkı yaşayabilseymişim. Dersleri, sınavları, kuralları daha az kafama taksaymışım.

Bu da kızıma öğüdüm olsun. Her yaşın bazı gerekleri var. Hayatı kovalarken, her şeyi fazla ciddiye alarak yaşının gereklerini yerine getirmeyi atlamasın…

Not: Şimdi gözümün önüne bir sahne geldi. İnci büyümüş, genç kız olmuş. Tutmuş elinden bir zıpırı, çıkarmış karşıma, ‘Anne bak yaşımın gereğini yapıyorum, tıpkı bloğunda yazdığın gibi,’ diyor…

Amanin booo. Yok kızım, sen bakma anana. Ders çalış, uslu ol, üzme beni.

Bu yazı Günlük kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.