24 Ekim 2013 – Bu Dersi Veren Ben miyim?

Zeynep Aksoy 200 saatlik Temel Yoga Hocalık Eğitimi’nde 3’üncü hafta sonunu geride bıraktık. Kadın öyle bir sistem oturtmuş ki, inanılır gibi değil ama ikinci buluşmanın ardından, 1,5 saatlik, başlangıç seviyede temel yoga dersi verebilir hale geldim. Elbette, henüz bu işin sadece kırıntısını biliyorum, o da belki. Ama, en azından doğru kurulmuş, başarılı bir yoga dersini aynen taklit ederek, öğrencilerimi tehlikeye atmadan ve onların nefes ile akmalarına olanak sağlayarak verebiliyorum. Bu muazzam bir şey. Ve bunun gerçekleşmesini sağlayan, %100, Zeynep Aksoy’un müthiş sistemi. Çatıyı kurduk, şimdi ilmek ilmek içini dolduracağız. Üstelik, yanılmıyorsam bu Zeynep Aksoy’un SON yoga hocalık dersiymiş. Ne kadar şanslıyım ki, son grubun içinde ben de varım.

Yogaya meraklı bir grup arkadaşıma düzenli ders vermeye başladım. Henüz sadece elimdeki ders şablonunu aktarıyorum onlara. Yani, kendi başıma bir ders oluşturacak seviyede değilim. Ve o seviyeye nasıl geleceğim, hiçbir fikrim yok. Ana odaklıyım. Elimdeki dersi tekrar tekrar aynı gruba verirken, her derste yepyeni bir farkındalık kazanıyorum. Bu da olağanüstü bir tecrübe benim için.   Aslında, öğrencilerim sıfırdan başladıkları için, onlar için de aynı derste adım adım ilerlemek güzel olacak. Zira, bir süre sonra dersin akışını öğreneceklerinden zihin devreden daha rahat çıkacak ve onlar kendi pratikleri içinde nefes ile akabilecekler. Üstelik, tanıdığım bir çok hoca da sürekli olarak aynı şablon üzerinden ders veriyor. Ashtanga’da da, ustalaşana kadar aynı seri üzerinde çalışıyorsun, değil mi? Yani, sorun yok!..

İlk dersimde sadece iki kişi vardı. Sesimi kaydetmiştim. Sonradan kaydı dinlerken, bazı yerlerde ağlamak istedim. İlk dersim olduğunu gözetirsek, bence genel anlamda başarılı bir dersti ama, atladığım bir iki hareket olmuş. Konuşma dilimde de Zeynep Aksoy’un önermediği, “şimdi şöyle yapıyoruz, böyle yapıyoruz” gibi kalıplar kullanmışım. Artı, şavasana’da onları bırakıp gitmişim. Dersi noktalamamışım yani 🙂 Onları söz ile yönlendirmişim detaylı olarak, ama hiç bir dokunuş, düzeltme yok. Fakat, yine de kendi içinde başarılı sayılabilecek bir ders diyebilirim. En azından, öğrencilerim memnun kaldılar, onları incitecek bir hata yapmadım, iki yönlü uzama, drişti, nefes ile akma, yere köklenme gibi temelleri onlara aktarabildim.

İkinci dersimde tam beş öğrencim vardı. Yoga Hocalık eğitiminin üçüncü buluşmasının ardından verdim bu dersi. Üçüncü buluşmada şavasana masajı, elle yönlendirme, dokunmalar üzerine yoğunlaşmıştık. Ben de heyecanla öğrendiklerimi uygulama sevdasına düştüm, beş kişilik gruba bol bol elle yönlendirme yaparak ders vermeye kalktım. Burada kendime çok güzel notlar aldım.

Ne gibi mi:

1- Zeynep Aksoy’un sözünü ettiği şey karşıma çıktı. Herkes dokunulmayı sevmeyebiliyor. Benim grubumda da bunu dile getiren bir kişi oldu. Ona dokunacak olmam onu biraz germiş. Sonradan, yani ben dokunduktan sonra bu fikre daha sıcak bakmaya başlamış. Ama, ben kendime not alıyorum: “Tuğçe, derste yeni bir öğrenci varsa, dersten önce mutlaka sor “Ara ara size dokunabilirim. Dokunulmaktan huzursuz olan var mı?”

2- Kalabalık bir gruba ders verirken, her kişiyi elle yönlendirmek mümkün olamayabiliyor.

3- Pozları onlara hem anlatmak, hem de bizzat yaparak göstermek önemli. Özellikle de senin dersine ilk kez girenler ya da hayatında ilk kez yoga yapacaklar için seni, hocayı, görmeleri önemli.

4- İlk kez derse giren bir kişiyi, dersin başında dokunarak düzeltmek çok uygun olmayabilir. Belki kişi, “yapamıyorum, olmuyor” önyargısına düşebilir. Yani belki de ilk derste kişinin kendi bedeni ile iletişim kurabilmesine alan yaratmak için bir miktar geri durulmalı. Bilemiyorum. Bu sadece bir his. Kendisini incitecek bir hata yapmadığı sürece bir miktar hata yapmasına izin verilebilir belki. Ya da, bir iki kritik hatayı düzelterek, bazı hatalara şimdilik göz yumulabilir… mi? Bakacağız artık…

5- Dersin en başında, sınıfı yerleştirirken, ellerini kollarını rahat hareket ettirebilecekleri şekilde yerleştirmek önemli. İkinci dersimde, yerleşmedeki küçük bir hata yüzünden bir iki hareketi modifiye etmem gerekti. Onların akışını bozarak matları çekelemek istemedim.

6- Background müzik bence çok hoş bir etki sağlıyor. Ben kendi pratiğimde de arka alanda hoş bir tını olduğunda çok daha fazla zevk alıyorum dersten. Aslında kişiyi şımartacak her türlü uygulamaya “evet” diyorum. Hoş bir müzik, hoş bir koku, şavasana masajı, kişilerin prop’larını onlar için hazır etmek, şavasana’da onların üzerini örtmek… Yani, akla ne gelirse. Hatta gerekirse ayak masajı, baş masajı… Hepsine “evet” diyorum. Kendi derslerimde uygulayacağım. Kişi benim dersimden pamuk gibi çıkmalı. Sevgi ve şevkat ihtiyacı dahi bir nebze olsun giderilmiş olmalı.

7- Kesin ve net bir tondan konuşarak, net yönlendirmeler yapmak çok önemli. “Dur bakayım, şöyle mi yapsak” gibi sesli düşünmek, o bir anlık gaflet, sınıfta kaos ortamı yaratabiliyor. Bir de bakıyorsun her kafadan bir ses çıkıyor. Hahaha evet, itiraf ediyorum, bu da başıma geldi. Ama, hızlı toparladım 😉

8- Şimdi sözünü edeceğim konu çok göreceli. Bu konuda farklı görüşler var. Bazı hocalar dersten önce öğrencilere minik bir konuşma yapıyorlar. Yoga felsefesi ile ilgili. Ya da kendi yoga yolculukları ile ilgili. Ben bunu yapmamayı ve mata oturan öğrenciyi hemen pozlar arasında akmaya davet etmeyi tercih ediyorum. En azından şimdilik. Yani, bu öyle bir şey ki, ya söylediklerin cuk oturur yerine, öğrencilerini derinden etkilersin, ya da son derece sakil bir biçimde havada asılı kalır lafların. Hatta, “ben oldum, bakın nasıl oldum” tonundan gelebilir kulağa, ki hiç istemediğim bir şey bu. Bu maddeyi ileride bir gün yeniden masaya yatırabilirim. Hakikaten bu yolda güzel bir ilerleme kat ettikten sonra bambaşka hissedebilirim bu konuyla ilgili, belli olmaz.

Şimdilik kendime aldığım notlar böyle… Her birini bizzat kendi hatalarımdan, ya da gözlemlerimden öğrendim. Düzenli ders verebiliyor olmak benim için harikulade bir öğretmen.

Az önce de üçüncü dersimi verdim. İki kişiye. Kendimden en memnun olduğum ders bu oldu. Öğrencilerim de oldukça memnun görünüyorlardı hallerinden, mutlu oldum.

Bu kadar keyif aldığım ve bana bu kadar iyi gelen bir öğretiyi insanlara aktaracak olmak inanılmaz bir şevk ve heyecanla dolduruyor içimi. O kadar çok eğitimde gözüm var ki, zamana yayarak, sindire sindire, her sene en az bir eğitim almayı gönülden arzu ediyorum.

Derinlerde bir yerde hissediyorum, ileride bir gün çok iyi bir yoga hocası olacağım. Yine yeniden topluma faydalı, üreten ve ayakları üzerinde duran bir birey olmak çok güzel bir duygu…

Namaste!

Günlük kategorisine gönderildi | 24 Ekim 2013 – Bu Dersi Veren Ben miyim? için yorumlar kapalı

27 Eylül 2013 – Yoga Hocalık Eğitimi ve Sahaj Marg

Cihangir Yoga Zeynep Aksoy 200 Saatlik Temel Yoga Hocalık Eğitimi’m 14 Eylül Cumartesi günü başladı. O hafta sonu, aşağı yukarı 45 kişilik bir sınıfta, sabah saat 9’dan akşam 7’ye kadar birlikteydik. Hani çok beklenti ile yaklaşılan şeyler hayal kırıklığı yaratır ya insanda, bu kez öyle olmadı. Yüksek bir beklenti ile başlamıştım derslere, ilk hafta sonu beklentimin karşılığını fazlasıyla aldım. Aklımda birtakım soru işaretleri vardı, onları da giderdim. Pazar akşamı, doğru yerdeyim, hissiyle ayrıldım dersten.

Beni en çok etkileyen şey, Zeynep Aksoy’un Yoga Metodu’nun Özü olarak anlattığı şu beş madde oldu:

1-      Hisleri takip et ve pozu bedene uyarla, bedeni poza değil. – TOPRAK

2-      Nefes hareketi desteklesin, nefesle hareket et. – SU

3-      Gevşek merkezle kök sal, uza, genişle ve bu dinamikleri sürekli araştır (Bandhalar) – ATEŞ

4-      Nefesi tutma, itip çekme, özgür bırak (Ujjai) – HAVA

5-      Gözleri tek noktaya odaklayarak yerleş (Drişti) – ETER

Z.A diyor ki: son zamanlarda her şey o kadar hiza hakkında ki, gözü odaklamak ya da akış atlanıyor.

Yani, aslında Z.A. öğrencinin çok fazla detay ile boğulmasına, gerekli gereksiz birçok bilginin aynı anda öğrenciye verilmesi suretiyle yoganın komplike gösterilmesine, öğrencinin akıştan koparılmasına ve kendi bedenine kulak vermesinin engellenmesine KARŞI!

Güzel, değil mi? Zira, benim kendi pratiklerimde de en zevk aldığım şey, nefesle akıyor olmak. Poza yerleşmek, pozda hizalanmak ya da herhangi başka bir sebeple akış durdurulduğunda o dersten bedenen keyif alamıyorum. Bu ben tabii, başka kişiler farklı hissedebilir. Bu arada, akış denilince akla Vinyasa geliyor, ama Hatha Yoga’da da belli bir akış var bence ve çok fazla sekteye uğradı mı, bir de bakıyorum ki nefesimi itip çekmeye, hatta tutmaya kalkmışım.

İki derse girip yoga gurusu olarak ahkam kesiyorum sanmayın. Bunlar tamamıyla benim (sübjektif) yorumlarım. Kendi pratiğimde, kendi bedenimde hissettiklerimle ilgili.

İlk hafta sonumuzun ardından bir dolu okunacak kitap ve uygulanacak pratik ödev ile evlere dağıldık.

Ödevlerimiz şöyle: Her gün 20 dakika meditasyon, 300 Kapalabatti ve 10 vakümlü udiyanabandha. Ve son olarak, bir kişiye 30 dakikalık yoga dersi vermem gerekiyor. Bir de okumalarımız var elbette.

Yarın ikinci buluşmamıza gidiyorum ve ödevlerimin tümünü yapmış olmanın gururunu taşıyorum içimde 🙂

Biraz önce bir kişiye 30 dakika yoga yaptırarak en esaslı ödevimi de tamamlamış oldum. Kişi annem, hehe… Zavallı kobayım benim. Ama dersin sonunda mata yatarak 30 dakika kestirdi. O kadar da zavallı değil yani. Mekan ev olunca gong mong çalmadım. Bıraktım uyusun.

Bizim 30 dakikalık ders rahat bir oturma pozunda kapalabatti ve sonrasında minik bir meditasyonla başladı. Ardından küçük ulolalarla öğrencimi ısıttım ve aya selam serisindeki hareketleri parçalara bölerek ufak tekrarlarla kendisine yaptırdım. Sonra tüm parçaları birleştirdik, nefesle akarak, bir kaç aya selam yaptık. Ardından ceset pozunda bacak kol kaldırma, yine nefesle bir kaç tekrar. Ve bacakları karnına çekerek iki yana bırakmak suretiyle omurga burgusu veee ceset pozunda dinlenmece. Kendisinin üzerini de örttüm, hoş kokulu bir kolonya ile (elimde uygun esanslı yağ yoktu 🙂 ensesine dokundum ve onu son dinlenmeye davet ettim. A bir baktım uyudu gitti.

Sonra geribildirim istedim. Ayak parmaklarını takarak oturma pozunda rahatsız olmuştu, bilekleri altına bir battaniyeyi rulo yaparak koymama rağmen canı yandı ve onu çok kısa süreli yaptık. Ama, illa pozu yaptıracağım diye ısrarlı olunmamalı herhalde. Onu kenara not ediyorum!

Acaba hareketleri önce bana göstersen sonra mı yaptırsan, dedi. O vakit de akıştan kopacaktık. Ben hareketi hem kendim yaptım, hem de anlattım. Zira sadece anlatmaya kalktığımda kafası karışacaktı, sadece göstersem bu sefer de beni görebilmek için boynunu incitecekti. Ama şunu kenara not ettim, pozları daha basit ve net anlatabilir olmalıyım. Bir de, aya selamlarda kendim de hareketi yapmazsam kafam karışabiliyor. Bunlar deneyimle aşılacak herhalde. Çocuk pozunda ve aşağı bakan köpekte el ile müdahele ettim. Ellerin, ayakların yere köklenmesinden, boynun omurganın doğal uzantısı halinde tutulmasından, omuzların yuvalarında kulaklardan uzak tutulmasından söz ettim. Bunlar dışında nefes ile harekete başlayarak, nefes ile akması gerektiğini vurguladım.

İlk ders böylece bitti. Kesinlikle kolay bir iş değil, ama derse başladım, kontrollü olarak bitirdim. Planladıklarımın tümünü yaptırdım ve kobayım genel olarak dersten mutlu ayrıldı. E ilk ders için iyidir yahu 🙂 Ne dersiniz?

Şimdi konuyu biraz değiştiriyorum…

Geçenlerde enteresan bir şey daha oldu. Geçtiğimiz hafta cuma günü kardeşim beni aradı. Hızlı hızlı ve heyecanlı bir biçimde, arkadaşının ona önerdiği, evlerinde gönüllü olarak meditasyon yaptıran yabancı bir karı-kocadan söz etti. “N’olur gidelim, sen de gel, hem yerleri Cihangir Yoga’nın hemen arkasındaymış, n’olur, n’olur,” dedi. Aslında, bu kadar yalvarmasa da evet derdim ama, yalvardı daha iyi oldu, biraz nazlanarak evet dedim 🙂

Kadınla irtibat kurduk, randevu ve adres aldık, ertesi pazartesi, annem, kardeşim, eniştem ve ben evlerine gittik. Kapıyı incecik, uzun boylu, kocaman gözleri ve güler yüzü olan Hintli bir kadın açtı. Hemen bizim ardımızdan kadıncağızın eşi de geldi. O da ince, minyon, yine dingin ve içten bir gülümsemesi olan Fransız bir Bey. Cihangir Yoga’nın arkasındaki yokuşun tepesinde bir binanın teras dubleksinde oturuyorlar. Evde neredeyse hiç eşya yok. Camlar sonuna dek açık. Muhteşem bir manzara. Öyle böyle değil ama, gerçekten muazzam bir İstanbul manzarası. Zaten o yarımada boğazı bir baştan öbür başa görmesi ile ünlü ya. Büyüleyici. Teras katında bir masanın etrafında oturduk, bize sistemi anlattılar. Üç gün boyunca evlerine gelip 45’er dakikalık meditasyon yapacakmışız, ardından en az üç ay bize verdikleri meditasyon ödevini kendi evimizde yapmalıymışız. Detayları: www.sahajmarg.org adresinde bulabilirsiniz.

Sonuç olarak bir tek annem ve ben devam edebileceğimizi söyledik, kardeşim üç gün arka arkaya gelemeyecekti. Melisa’mın okulu nedeniyle. Onu belki Bayram’dan sonra gelmesi üzere uğurladık. Stan Lajuige, kadının eşi, sistemi anlattıktan sonra işine döndü ve öğleden sonrayı Keerthi Lajuige ile baş başa geçirdik. Üç gün boyunca önce annemle 45 dakika oturdular, karşılıklı, gözler kapalı. Ardından benimle.

Allah’ım, meditasyon yapamayan ben için 45 dakika gözler kapalı oturmak nasıl bir deneyim, size anlatamam. Sıkıntıların doruklarında savruldum, düşünceler geldi, düşünceler gitti, onları önce kovaladım sonra yoruldum  ve durdum. İçimden saydım, içimden sustum. Gözlerimi aralasam mı diye kendimle savaştım. Dur şu boğazın tepesinde süzüleyim dedim, manzaraya doğru kuş oldum uçtum, sonra oturduğum yerde ayaklarım uyuştu, oturduğum pozu değiştirdim. Durdum, gözlerimi araladım, baktım Keerthi son derece dingin karşımda oturuyor. Üstelik benden önce de annemle oturmuş yine 45 dakika. O oturabiliyorsa ben de otururum dedim, gözlerimi yumdum. Ve başardım, üç günü başarıyla tamamladım. Ha medite oldum mu? Ne gezeeer… Sadece yoğun bir sıkıntı duygusu ile baş etmeye çalıştım. Ama bu hisler normalmiş. Evde her sabah 30 dakika, her akşam 30 dakika olmak üzere günde iki oturum meditasyon yapmaya söz vererek ayrıldım. Dün bütün iyi niyetimle meditasyona oturdum, sabahkini yaptım ama akşam 16’ıncı dakikada yoğun aksırık krizi ile meditasyonu durdurdum. Üzerinize afiyet biraz grip oldum da 🙁 Bu sabahki oturumda da aksırık engeline çarparak meditasyonu yarım bıraktım. Ama yılmak yok, akşam kız uyuyunca yine oturacağım.

Aslında, bu benim için harika bir zamanlama oldu. Meditasyona alışmak, zihnimi, o hiç susmayan zihnimi dinginleştirebilmek harika olacak. Keerthi bugün Hindistan’a gidiyor, döndüğünde bana sms atacak ve yeniden bir araya geleceğiz. O gelene kadar ben de ödevlerimi yapayım bari.

Geçen sene Yogarooms’da Yara’nın Raja Yoga ile ilgili bir Workshop’u vardı. O zaman evde pratik yapacağıma inanmıyordum, hazır değildim buna, o nedenle Workshop’a katılmamıştım. Bu sene yine yeniden karşıma çıktı ve hop kendimi içinde buluverdim. Her işte vardır bir hayır işte… Her şey kendi zamanında. İşte böyle.

Bakıcımızın ardından önce İnci, sonra ben grip olduk. Ama yine de yarınki yoga buluşmamıza gidiyorum. Maske takıp bir köşede oturacağım, ne yapalım. Ders kaçırma lüksüm yok! Ne azimliyim yahu, gurur duydum kendimle bak şimdi 😉

Hepinize harikulade bir hafta sonu dilerim…

Günlük kategorisine gönderildi | 1 yorum

28 Ağustos 2013 – Yaz Biterken

En son 20 Haziran’da yazmışım… Aslında sonrasında da yazmışlığım var ama, onlar özelden, kendime notlar, hatırlatmalar mahiyetinde.

İki aydır ne yapıyorum? Yazın tadını çıkarıyorum ve kızımın. Bir yandan da memleket meselelerine üzülüyorum. Ara ara ruhum sıkışıyor, sonra İnci Kız bir koşup sarılıyor bana, “Anni!” diyor, bulutlar dağılıveriyor.

Mayısın son haftası boynum tutulmuştu. Bir hafta kardeşimde yattıydım. O tarihten beri yoga yapamıyorum. Arada iki hafta Marmaris’te, annemlerin yazlığındaydık. Dönüşte, bir ay kadar, Yoğurtçu Parkı’ndaki “Okumuş İnsan Halkın Yanındadır” projesinde gönüllü çalıştım. Ev kadını ve anne olarak, çocuklara bol bol poğaça, börek, kek pişirdim. Derslerde yanlarında bulunarak ayak işlerini yapmaya gayret ettim. Bir ay sonunda, yine parkta, bir çocuk şenliği ile projeyi tamamladık. Harika oldu. Ha bu arada, proje sayesinde, ilk kez de bir radyo programına konuk olarak katıldım. Sanırım 15 saniye konuştum. İşte kek yapıyorum, börek yapıyorum falan dedim 🙂

Ardından, az da olsa para kazanma fırsatı yakaladım. Hem İngilizce ders verdim, hem de İngilizce’den Türkçe’ye çeviri yaptım. Özellikle çeviri işinden çok keyif aldım. Çünkü, bir otelin eğitim materyallerini çevirdim. Otelciliğe dair herşey çok hoşuma gidiyor. Sanki eğitimleri ben verecekmişim gibi keyiflendim 🙂 Ha bir de, yeniden para kazanmak çok çok iyi geldi.

Yaz biterken, önümüzdeki haftayı da kayınvalidemlerin yazlığında geçireceğiz. Altınoluk’ta olacağız, bu yıl son kez denize gireceğiz. Ve bizim için yaz sezonu kapanmış olacak.

Sonra, kısmetse 14 Eylül’de, artık bu alanda kült olmuş sevgili Zeynep Aksoy’un, Temel Yoga Hocalık Eğitimi’ne katılıyorum. Umarım bedenim izin verir ve bu yoğun eğitim programını başarı ile tamamlarım.

Yogayı muazzam özledim. Maalesef ara ara boynum, belim ağrıyor hala. Ama, yetti canıma dinlenmeler, yogaya geri dönesim var.

Bu eğitim programı sayesinde, daha bilinçli yoga yapacağım. Ne yapıp ne yapmamam gerektiğini biliyor olacağım. Artık bu temelin üzerine, özel ilgi alanım olan yoga türlerine de hazır hale gelmiş olacağım. Önce, çocuk yogası elbette 🙂 Bunu bir an evvel öğrenerek canım kızıma aktarmak istiyorum. Yoga ile erkenden tanışacak, ne kadar şanslı, değil mi?

2014’ten dileğim, yeniden iş hayatında var olmak! Yeniden kendi paramı kazanır olmak! Aklımda çocuk yogası var. Eylül’den itibaren bu alanda staj yapmaya başlamayı düşünüyorum. Çok değerli bir öğretmen ile çalışma şansım olabilir (fingers crossed), bana dua edin 😉

Bu arada, yaz boyu Ülke gündemi son derece hareketliydi. Şimdi spekülasyonlar var, Eylül de hareketli geçecek diyorlar. Bir yandan Suriye meselesi, savaş senaryoları. Diğer yandan kötüye giden ekonomi, yaklaşan seçimler.

İnanın şu ortamda maneviyatı sağlam tutmak son derece zor! Ben de elimden geleni yapıyorum. Size de tavsiye ederim. Moralleri yüksek tutalım. İnşallah hepimiz için güzel bir sonbahar, güzel bir kış olsun…

Günlük kategorisine gönderildi | 28 Ağustos 2013 – Yaz Biterken için yorumlar kapalı

20 Haziran 2013 – Tuğçelemeler….

Ülke gündemi tam gaz gidiyor. Her gün yeni bir tür direniş şekli ile karşılaşıyoruz.

Çocuklar parkta geceliyorlardı, “kalkın” dediler. Çocuklar ayağa kalktı, yürüdü, “durun” dediler. Ve çocuklar durdular! Duran adamlar, kadınlar türedi. İnsanlar sokaklarda dakikalarca, saatlerce durmaya başladı. Sonra yine yeniden, “yürüyün” dediler… Böyle yuvarlanıp gidiyoruz. Bir garip hallerdeyiz.

Diyecek söz bulamayan hükümet, bocalamakta. Ama çocuklar tam gaz… Direnişçilerin büyük bir bölümü şu tavırda; “yeter, birbirimize sataşmayalım, insanlarla alay etmeyelim, aynı şiddet içerikli görüntüleri temcit pilavı gibi çevirmeyelim. E peki ne yapalım? Hadi bunu konuşalım!” Şimdi parklarda yaz gecesi açık hava forumları başladı. Herkes kendi mahallesindeki parkta, her gece aynı saatte toplanıyor ve eski Yunan’da olduğu gibi meydanlarda, demokratik bir ortamda fikirler paylaşılıyor.

Bir yandan “duruyorlar” bir yandan da güzel projeler üretiliyor. Mesela şu, son kulağıma gelen projeye bayıldım. Gençler yoksul çocuklar için yaz okulları açacakmış. Muhteşem! Ben önümüzdeki hafta şehir dışında olacağım, ama döner dönmez bu projeyi araştıracağım, içinde yer alabilir miyim, bir bakacağım.

35 yıl boyunca anti-aktivist yaşamış ve düzene uymuş olan ben, bu saatten sonra, hem de onca uğraşıp yeni anne olmuşken, gençlerin bu haklı baş kaldırısını ve barışçıl eylemlerini canı gönülden destekliyorum. Gizli gizli seviniyorum, içim ümitle doluyor. Heyecan taşmaları yaşıyor ve patır patır Face’ten paylaşımlarda bulunuyorum. Sonra da ara ara korkuyorum, ya beni alır götürürlerse, ya kızımı göremezsem, diye endişelere gark oluyorum. Yahu beni ne diye alsınlar, bir kere meydana çıkmamışım, anca bilgisayar başından paylaşımda bulunmuş, paylaşımları like’lamışım… Ama son tahlilde hükümeti eleştiren taraftayım. Birilerinin tavuğuna “kış” demişim. Hem gazeteciler de fikirlerini paylaştıklarından yatmıyorlar mı içerde. Hem bu ülkede polis istediği evde, bulmak istediği her ne ise bulmuyor mu? Endişe ve korkuya teslim oldukça paranoyak fikirler üşüşüyor kafama. Ya beni almaya eve gelirlerse, bir şafak vakti, evi arasalar Osman’ın Aikido’dan kalma sopalarını, kılıçlarını vs bulsalar… Anında terörist başı oluveririm mazallah!.. Sonra beni de atarlar içeri, artık kızımın resimleri ile avunurum… Aman Yarabbi! Biliyorum, kulağa salakça geliyor. Ben kimim ki! Bu kadarı kendini fazla önemsemek oluyor. Ama, işte naparsın, “anayım ben ana!” (Burada Büşra Pekin’in Hıyarlı Baba’daki repliğini hatırlayın n’olur)

Yahu, hayat boyu üzerime giydiğim rollerden en çok şu ‘ana’lığı sevdim billahi. Ne evlat, ne arkadaş, ne öğrenci, ne de iş kadını Tuğçe beni bu kadar mutlu etti. Sanki “Anne=İyi İnsan” demek. Her zaman değil tabi, ama genel kanı bu. Anne olduğumu hatırladıkça, iyi insan olmam gerektiğini de hatırlıyorum. Bu annelik halini çok seviyorum. Böyle yirmili yaşlardaki gençlere “evladım” diye konuşasım geliyor. Vahim! Biliyorum! Velhasıl bende durum bu!

Her neyse! Ülkemiz bir garip süreçten geçiyor, ama ben herşeyin çok güzel olacağını hissediyorum. Bakın göreceksiniz, herşey çok güzel olacak!

Şimdi kişisel konulara gelelim. Artık biliyorsunuz, bir süredir yogaya ara verdim, fenalardayım. Bu sebepten kendimi bakıma çekmeye karar verdim. Lakin bu öyle cilt bakımı, detoks falan değil. Zihin temizleme bakımı. Ben, (şimdilerde moda olan) düşüncelerin yaratıcı gücü olduğuna inanıyorum. Secret’tan çoook evvel, kırmızı kapaklı bir kitap okutmuştu babam bana, %100 Düşünce Gücü, Jack Ensign Addington. Sanırım üniversiteye yeni başlamıştım daha. O tarihten beri bizzat bu metodu uyguladım ve düşüncelerimin yaratıcı gücünü deneyimledim. Zaten sonra da Secret falan çıktı piyasaya…

Mevzu basit, yol malum, ama tıpkı defalarca diyet yaptığı halde yeniden diyetisyene başvuranlar gibi ben de yine yeniden bu konu ile ilgili bir kişisel gelişim kitabı okumaya başladım. Nuray Sayarı’dan “Rastlantı Yoktur Neden Vardır”.

Kitapta başarmak istediğin konu (gerçekleştirmek istediğin şey) ile ilgili bir çalışma var. Her sabah, o şey olmuş gibi hayal ediyorsun, şükrediyorsun! Mesela “Allah’ım şükürler olsun ki, yepyeni ve çok güzel bir ev satın aldım” gibi!… Bunu 21 sabah uyandığında tekrar ediyorsun, sonra 7 gün ara verip 21 sabah daha yapıyorsun. Aç karnına, tok karnına fark etmez. Veee, mucizevi bir biçimde, en kısa sürede o ev senindir 🙂 Nasıl?

İnanmadınız mı? Vallahi siz bilirsiniz, fakat şu kadarını söyleyeyim, ben bunu yıllardır yapıyorum, daha bir kez sekmişliği yok! Allah’a çok şükür 🙂

Her neyse, ben yarından itibaren başlıyorum. Sonuçları size bildiririm. Bireysel bazı dileklerimin yanında, ülkemiz için de yapacağım bu dediğimi. Hadi yine iyisiniz 😉

“Allah’ım şükürler olsun ki hükümeti dürüst, çalışkan, eşitlikçi, demokratik, laik, vatandaşına sevgili, saygılı, ülkeyi kalkındırmayı amaç edinmiş ve bunu en güzel biçimde başaran, ülke çıkarlarını kendi çıkarları üzerinde tutan, modern, çağdaş zihniyete sahip, ülkeyi barışçıl politikalarla yöneten, kalkındıran, hem azınlık hem çoğunlukların gönlünde taht kurmuş, tüm vatandaşların sağlık, eğitim, iş, sosyal haklarını güvence altında tutan bir ülkede yaşıyorum!”

Dediğim gibi, Herşey Çok Güzel Olacak!… Demedi demeyin!

Günlük kategorisine gönderildi | 20 Haziran 2013 – Tuğçelemeler…. için yorumlar kapalı

14 Haziran 2013 – Haleti Ruhiyem

Rüyada gibiyim. Ülke gündemi beni esir aldı. Bir anda hayatlar değişti. Ne hikmetse ruh halim de inişli çıkışlı ve değişkendi. Bir an Sosyal Medya’da ateşli paylaşımlar yaparken, bir an duşta “Allah’ım ya kötü birşey olursa ve ben çocuğumun büyüdüğünü göremezsem” diye ağlayabiliyorum.

Tüm bunlar boynumdaki kilitlenmenin üzerine gelişti, yani Yoga’ya da ara verdiğimden, boş boş oturup, bol bol gündemi izliyorum.

Not: Bilinçli olarak aşağıdakileri şimdiki zaman diliyle yazacağım. Bu bir çeşit “secret” oluyor!

Şimdi kısa bir tatil planım var. Annemlerin yazlığında bir hafta geçiriyorum. Sonra dönüp yogaya yazılıyorum, iki ay yoga yapıyor ve ardından kayınvaldemlerin yazlığında bir hafta geçiriyorum. Sonra da Zeynep Aksoy’un Temel Yoga Eğitmenliği Kursu’na kaydoluyorum ve (sağlıklı bir beden ile) yoğun bir altı ay geçiriyorum. Bu dönemde eğer açılırsa, Banu Çadırcı’dan Yoga Terapi Eğitimi’ni de alıyorum. 2014’te de (gerekirse stajyer/ gönüllü) yoga eğitmeni olarak yeniden topluma yararlı bir birey haline geliyorum, çalışıp kendi paramı kazanıyorum.

Oh! Bunları yazmaya ihtiyacım vardı. Çünkü boşlukta yüzüyor gibi hissetmeye başlamıştım kendimi. Bu kadarcık şey bile kendimi daha iyi hissetmeme yaradı 🙂 Yazmak çok işe yarıyor. İsteklerinizi, hayallerinizi olmuş gibi yazın. Hatta, sanki istekleriniz gerçekleşmiş gibi şükredin. Vallahi işe yarıyor. Yani şimdiye kadar bende hep işe yaradı 🙂

Son dönemde Sosyal Medya’daki mizahi paylaşımlara bayıldım, bayılıyorum. Gençlerin ne muhteşem bir mizah anlayışları var. Keşke bende de olsaydı, büyük eksiklik. Ama ben de güzel espriye/şakaya çok güzel kahkaha atarım. Bana kahkaha attıranlar, siz çok yaşayın ya, sizi seviyorum.

Bebekleri, küçük çocukları hep sevmişimdir de şu son 15 gündür 90 kuşağına muazzam bir sevgi beslemeye başladım. Cadde gençliği diye dudak büktüğüm (sanki ben neysem) çocuklara şimdi sarılasım, onları yanaklarından öpesim geliyor. İnci’yi bahane edip yanlarına yanaşıyorum. Onlar İnci’yi severken ben de çaktırmadan onları izliyorum, hayranlıkla!

Herşey çok güzel olacak! Biliyorum! Çünkü tıpkı Ata’m gibi, ben de Türk Gençliği’ne güveniyorum.

Günlük kategorisine gönderildi | 14 Haziran 2013 – Haleti Ruhiyem için yorumlar kapalı

3 Haziran 2013 – İlk Politik Yazımı Yazdım, Çok Heyecanlıyım

Yeniden merhaba…

Hayat ne garip, Reyhanlı’nın ardından, 13 Mayıs tarihli yazımda aynen şunları söylemişim:

“Ülkemde acı olaylar yaşanıyor. Haberleri izlemek, gazeteleri takip edebilmek için insanda mangal gibi bir yürek olması lazım. Annem, babam bu konuda beni çok eleştirirler. Bir türlü yapamadım, öğrenemedim ağlamadan haber izlemeyi. Ben de izlememeyi seçtim, hiç bilmemeyi. Bilmemek çözüm değil elbette. Biliyorum, devekuşu gibi kafamı kuma gömüyorum. Ama aksi taktirde dengede duramıyorum. Aktivist biri de değilim. Bizim nesilden kaç tane aktivist çıktı ki? Bir elin parmaklarını geçmez. Ben de ‘ben’cilerdenim. Bencilim…”

Daha ay bitmeden olanlara bak!.. Değişime bak:

Susturulmuş, apolitize edilmiş, internet başından kalkmayan gençlik, hükümetin takındığı aymaz tavrı protesto etmek için sokaklarda. Hem de üç beş değil, onbinlercesi, tüm yurtta.

Telefonda “hükümet” sözcüğünü telaffuz ettiğimde bile korkudan telefonu yüzüme kapayan annem (neymiş, telefonlar dinleniyormuş), dün Bağdat Caddesi’nde elinde bayraklarla yürümüş, coşku ile bunu anlatıyor bana. Hem de telefonda!

“Karşıt fikirlerin ürün ve hizmetini satın almayın,” diyenleri eleştirip, “iyi olan ürün/hizmeti kullanırım,” diyen ben, bu sabah ilk iş on yıllık bankamı, hizmet ve ürünlerinden memnun olmama karşın, değiştirdim. Hesaplarımı kapattım, kartımı iptal ettirdim, bireysel emekliliklerimi aktardım, paramı taşıdım.

Çocuğum için canımı veririm, ama pedagoglara rağmen gün boyu TV’yi kapamayan ben, yanlı ve susturulmuş medyayı boykot için TV’yi kapattım.

“Politikadan nefret ediyorum, haberler canımı acıtıyor, bilmeyeyim daha iyi,” deyip de gazeteleri okumayı reddeden ben, sabah ilk iş Cumhuriyet ve Sözcü’yü karış karış okudum, Sözcü’nün aplikasyonunu telefonuma indirdim.

Allah senden bin kere razı olsun rte ve hükümeti, uyuyan bir nesli uyandırdınız, ayağa kaldırdınız!

Şiddet(polis şiddeti hariç) içermeyen, halk hareketi olarak başlayıp süren, hiçbir partiden beslenmeyen bu protesto eylemi tüm halkın gözlerini yaşarttı. Bizi tek yürek yaptı. İnancımızı kaybetmek üzereydik, içimizde har har yanan koskocaman bir ateş yaktı. Bu kadar insanın meydanlarda bir araya gelip, dayanışma içerisinde, vandalizme başvurmadan, provokasyona mahal vermeden, günlerdir verdikleri mücadele, milletime, vatanıma olan inancımı inanılmaz ölçüde güçlendirdi. Hepimiz o meşhur korku eşiğini aştık. Allah senden bin kere razı olsun rte.

Hükümetten nemalandığı için olaylara sırtını çeviren medya kuruluşları, dev holdingler! Kimse gazetelerinizi okumazsa, televizyonlarınızı izlemezse, restoranlarınıza, cafe ve barlarınıza gitmezse, bankalarınızı kullanmazsa ne yapmayı düşünüyorsunuz? Benim bu harekete nacizane katkım böyle olacaktır. Çocuğumu bırakıp meydanlara çıkamadım, tarihi bir olayı Twitter ve Facebook’tan izlemek zorunda kaldım. Benim de yapacağım bu olacaktır.

Bu arada, Facebook’ta bir arkadaşın durum güncellemesi dolaşıyordu, Taksim’e gitmeyip Bağdat Caddesi’nde yürüyüş yapan, “Tayyip İstifa” diye bağıranları küçümsemiş, hoş olmayan da bir tabir kullanmış. Yapmayalım arkadaşlar. Zaman birleşme zamanı. Elinden bu geliyorsa bunu yapsın, evinden çıkamıyorsa tencere tava çalsın. Ne fark eder. Yeter ki üç maymunu oynamasın.

Birleşmekten kastım bunun da ötesinde aslında. Nasıl ki bizler kendi yaşam tarzımıza saygı istiyoruz, aynı saygıyı bizimle aynı görüş ve inancı paylaşmayanlara da sunabilmeliyiz. Şöyle ki, bazı fotoğraf kareleri gördüm, başı kapalı genç kızlarımız da bizimle el ele Gezi Parkı için yürüyorlardı. Bu cesur kızları alkışlıyorum. Üzerlerindeki sosyal baskıyı düşünsenize. Kalabalığın içinde üç beş kişi, kabak gibi de ortadalar! Cesareti düşünün! Yürekten alkışlıyorum onları.

İşte gün gelip devran döndüğünde, bu arkadaşların da haklarını sonuna kadar korumak boynumuzun borcudur. Demek ki onlar da örtüleri ile üniversiteye gidebilmeli, meclise girebilmeliymiş. Bu olaylar bana bunu öğretti.

Çünkü, hiçkimse özgürlükleri elinden alınıyorsa buna seyirci kalmaz. Hiçbir dikta rejimi sonsuza kadar sürmez. Er ya da geç her kesim, hakkı olanı almak için ayaklanır. İşte bunu asla unutmamalıyız.

Zamanında bizim yaptığımız hatayı (üniversitelere başörtülü kızlarımızı sokmamak) bugün bize karşı yapanlar (yaşam şeklimize karışanlar) bir gün bize dönerse,”hatamızı anladık,” derse onları bağrımıza basmalıyız. Çünkü birlikten kuvvet doğar. Çünkü yasaklar ancak yasaklananı daha da cazip hale getirir. Ne olur bunu hep hatırlayalım.

Son bir lafım da sosyal medyayı küçümseyenlere geliyor. Evet, son derece modern, eğitimli orta yaşlı kesimden bazı kimselerin sosyal medyayı küçümsediğine tanık oldum. Onlara göre boş insanlar, çocuklarının, sevgililerinin, kendilerinin fotoğraflarını yükleyerek, “bakın ne kadar mutluyum,” demek için kullanıyorlardı sosyal medyayı. Bugün gördük ki, en gerekli zamanda, sosyal medya, karartılmış basın ve yayın organlarının ikamesi oldu. Çoluk çocuk resmi yükleyenler, basından gizlenen fotoğraf, video kaydı ve bilgileri paylaştı, gelişmeleri aktardı.

Bu olaylar bize öğretti ki sosyal medyayı küçümsemek, istememek, yok saymak, zamanında matbaayı reddetmiş olmamız kadar büyük bir hatadır!

Hepimize güzel haberlerle dolu bir hafta diliyorum.

Günlük kategorisine gönderildi | 1 yorum

29 Mayıs Çarşamba – Ağrılar

Pazartesi aksam üstü Şima’ya geldim, o vakitten beri dinlenmedeyim.  Ağrılar ile ilgili son durum şöyle; belim geçti, boynum aynı şiddette ağrımaya devam ediyor.

Dün gece Şima için zorlu geçti. Inci çok uyandı ve uykuya zor geçti. Beşte komple ayıldı. Şima’yı yatırdım, dokuzda Hafizabla gelene dek kızı oyaladım ve kahvaltı faslı bitince, on gibi, yeniden yatmaya başladım.

Arkası yarın…

Günlük kategorisine gönderildi | 29 Mayıs Çarşamba – Ağrılar için yorumlar kapalı

28 Mayıs Salı – Yatış

Yatıştayım! İnci’yi aldım, kızkardeşime geldim. Annem de burada, Melisa’m da burada, Hafizabla, Şima’nın yardımcısı Birgül… Karılar Koğuşu! Zavallı eniştem Onur çareyi erkenden yatmakta buldu 🙂

Inci acayip mutlu. Melisa’nın kuyruğundan ayrılmıyor. Illa onun yamacında olacak.

Gece annemle yattım, Inci de yanımızdaki park yataktaydı. Bir kez uyandi, ananesi yerinden almadan pışpışladı. Bizimki şaşırdı, oturdu, yattı, kalktı, geri yattı. Ama ağlamadı. 45 dakika sonra da uyuyakaldi 🙂

Pazar günü babanemizin kollarındaydık, dedemizle halamızla, köpüşlerimizle bahçe keyfi yaptık. Dün ve bugün de anane, teyze ve Meloşumuzlayiz. Bu bakım, ihtimam, Inci de ben de şımarıklıkta tavan yaptık.

Bu arada, ne zamandır, Allah’ım üç güncük deliksiz uyusam, diyordum, yine duydun sesimi yarabbim, ne istediğime dikkat etmeliyim 🙂

Günlük kategorisine gönderildi | 28 Mayıs Salı – Yatış için yorumlar kapalı

24 Mayıs Cuma – Boyunluk, Unutulmak, Yogasızlık ve Yaşlanmak Üzerine

Son iki haftadır tutuk olan boynum, Çarşamba günkü yoga dersinde hepten kilitlendi. Dersin son 40 dakikasını Savasana’da geçirmem gerekti. Dersten çıktıktan sonra inatla, bir kaç saat kadar daha bilgisayar başında oturup ertesi günkü İnglizce dersimi hazırladım. Laptop’un şarZı 😉 tükenince, baktım boyun hareket kabiliyetim sıfır, acilen doktora gitmem gerektiğine, bunun bir şımarıklık olmadığına kanaat getirdim. Eşimi aradım, Caddebostan’daki Med Amerikan’a gittik. 2009 yılında belim kilitlendiğinde de oraya gitmiştik. Bu da demek oluyor ki, dört yıl arayla önce belimi, sonra boynumu kilitlemeyi becermişim. Bravo bana.

Doktora, son iki haftadır boynumun ağrıdığını, belki geçer diye düzenli yogaya devam ettiğimi, en sonunda da tümden kilitlendiğimi söyledim. “Bu halde iki haftadır yoga mı yapıyorsun, aferin kızım, azmin elinden hiçbirşey kurtulmaz,” dedi 🙂 Kas gevşetici ilaç tedavisi, boyunluk ile üç gün istirahat verdi. Tabii bu arada, “İnci’yi de emziremezsin,” dedi.

Kızım artık 14 aylık, ama hala her gece meme ile uykuya giden bir çocuk. Ömrü hayatında mama almamış, biberon nedir bilmez, emzik tanımaz. İlk gece epey zor geçti. İnci ağlaya ağlaya kafasını göğsüme vurdu. Ben ona yumuşak bir tonda anlattım; boyunluk dedim, ilaç dedim, süt yok dedim. Boş boş bana baktı, sonra yeniden ağlayarak kafasını göğsüme vurmaya devam etti. Ancak baktı ki meme yok, en sonunda mamayı aldı, uyudu.

Kızıma meme veremediğim için çok üzüldüm. Sanki kendi çıkarım için onu mağdur etmişim gibi hissettim. Ama ertesi gün o kadar da zorlu geçmedi. Memeyi bir iki kez denedi, alamayınca ağlayıp tutturmadı, biberonu aldı. İlginçtir ki, bu durum beni daha da çok üzdü. Ne yani, bir gecede beni unutmuş muydu şimdi bu çocuk. Ben bir gecede unutulacak kadın mıydım. Resmen hayal kırıklığı yaşadım. Karalar bağladım. Kendi selametim açısından en kısa zamanda sistemimi ilaçlardan temizlemeye ve yavrumu emzirmeye devam etmeye karar verdim.

Bugün kontrol için Med Amerikan’daydık. Ağrıda azalma var. Çarşamba günkü gibi kilitli değil, ama yüzde yüz iyileşme de yok. Doktor bir merhem verdi. On gün Yoga yok, sonrasında da, ağrı tamamen kaybolana dek Yoga yok, dedi 🙁 Ühühühü… Ben her gün Yoga yapmak istedikçe böyle oluyor işte. Bu incinme uyuyan bir boyun fıtığına işaretmiş. Üç gün daha boyunluğa devam edecekmişim. Sonrasında da boyunluğumu İnci’yi kaldırırken falan kullanabilirmişim. Bir süre yatarken de kullanabilmek için izin istedim. Uyurken tuhaf şekillere giriyorum, İnci her ağladığında da aniden yataktan fırlıyorum, oramı buramı incitiyorum. “Kullan,” dedi.

Her neyse. Oradan çıktık, Caddebostan Pelit’te kahvaltı ettik. Aa, menüyü elime aldım ki o da ne, Ajda bardakta çay 4 TL. YUH! dedim. Üstelik trafik gürültüsü, egzos kokusu, kaplumbağa hızında servis eşliğinde içiyorsunuz çayınızı. Geçen seneye kadar Four Seasons’ta bile 30-40 TL’ye çay saati alınabiliyordu. Ki öyle kuru kuru bir bardak çay değil sözünü ettiğim. Four Seasons hizmeti, boğaz manzarası ve muhteşem lezzetler eşliğinde doyana kadar çay… Garsona lafı soktum hemen, “Aman, bu çay çok kıymetli, yavaş koyun masaya,” dedim. “İstanbul’un en pahalı çayını satıyorsunuz da,” diye ekledim. “Yok, ben geçenlerde Çekmeköy’de altı liraya içtim,” dedi. İyi halt yedin, diyesim geldi, Allah’a havale ettim.

Sonra Osman’ı kandırdım, işlerimizi dışarda, laptop’ta halledelim, dedim. Caddebostan Migros’un karşısındaki Starbucks’a geldik. Boyunluğu hala takıyorum ya, kadınlar tuvaletinde bir kadın bana “Aa estetik mi oldunuz?” dedi… Ya çok moralim bozuluyor ama. O kadar yaşlı mı duruyoum ben? Annem de geçenlerde söyledi, yok efendim kaşım gözüm aşağı doğru sarkmışmış ta acaba yüzüme krem sürerken yanlış yönde mi sürüyormuşum. Öncesinde de bir cafe’de İnci’nin peşinde koşturuyordum, hostes kız gelip, “Bakıcısı mısınız?” diye sormuştu. Annesiyim, dediğimde de öyle bön bön bakmıştı. İnsan kıvırır, aman da ne genç anne falan der, yok!

Ama ilk defa bu sene kendimi yaşlanmış hissediyorum. Ya hamilelik döneminde kilo alıp doğumdan sonra hızla kilo kaybettiğimden pörsüdüm, ya da artık çalışmadığımdan ötürü daha çok vaktim var ve kendimle uğraşmaya başladım. Ah, ah, eskiden fotoğraflarımı beğenirdim. Hazırlanıp evden çıkarken kendimi güzel hissederdim. Meğer yaş otuzbeş yolun yarısı marısı değilmiş, yaş otuzbeş iş bitmiş demekmiş 🙁

Boyunluktan buralara nasıl geldik? Vallahi ben de bilmiyorum. Bu aralar bende bütün sohbetlerin sonu bir biçimde buraya çıkıyor. Sanırım yaşlanıyorum 🙂

Günlük kategorisine gönderildi | 2 yorum

22 Mayıs Çarşamba – Tutuldum

Son iki haftadır son derece düzenli yoga yapıyordum ki, tutuldum. Aslında yaklaşık olarak kızın altıncı hastalığından bu yana boynumun sağ tarafı ile belimin sol tarafı tutuktu. Yine de ısrarla yogaya devam etmiştim ki bugün yoga dersinin ortasında kalakaldım. Şu anda boynumu sağa sola oynatamıyorum 🙁 Hoca en az bir hafta dinlen, gelme, dedi 🙁 Oh No! Moralim bozuldu. Oysa ne güzel gidiyordum 🙁 Neyse, kısmet, n’apalım.

Dinleneyim tabi dinlenmesine de, canım şişkomla bu iş nasıl olacak? Tombişim geceleri uyanıyor hala, gündüzleri de parka gitmek istiyor, oyun istiyor, kucak istiyor. Şöyle profesyonel masaj bilen sihirli bir el olsa da, reikili, masaj yapsa bana bir güzel 🙂

Bugünkü yazı bu kadar arkadaşlar. Tutuk bir halde İngilizce dersimi hazırlamam gerekiyor. Hafta ortası çarşambanız güzel geçsin.

Günlük kategorisine gönderildi | 3 yorum