KESMEZSEN UÇAMAZSIN

Bugün doğumgünüm. İşten çıktım, hava çoktan kararmış. Siyah paltomun yakasını kaldırdım, soğuk. Yorgunum. Eve gitmek ve pijamalarımı giyip, kanepede pineklemek istiyorum. Vapur kalktı, kalkacak. Son yetişen benim. Son vapuru yakaladım, yaşasın, dedim içimden. Yoksa sesli mi söyledim? Bilmiyorum.
Son vapur. Gülüyorum kendi kendime. Otuzdokuza giriyorum bugün. Benim için son vapur kaldı mı? En sevdiğim yer boş, hayret… Çay ocağının yanındaki masalardan birinde, tek boş sandalyeye oturuyorum. Çaycı çay getiriyor. “Şeker istemez” diyorum, yine de veriyor. Omuzlarım, bütün gün oturmaktan kasılmış. Biraz da kırıklık var üstümde. Nasıl da yorgunum. Hani o, kimseye rastlamayayım, kimse beni görmesin, günlerimden birisi. Çayımdan bir yudum alıyorum. Tadı saman gibi, yine de içiyorum, alışkanlık. “Öff!” Kitabımı çıkarıyorum, iki satır okuyamadan kapatıp geri çantama koyuyorum. Otuzdokuz!.. Yaşımı gösteriyor muyum? Vapurun camından yansıyan görüntüme bakıyorum. Saçım başım ne dağınık. Elimle şöyle bir toparlayım diyorum, daha beter oluyor. Karşımda oturan adam, gazetesinden başını kaldırıp bana bakıyor. Gülümsüyorum, ne aptalım, niye gülümsedim ki şimdi elin adamına, durduk yere. Aslında, dokuz yıldır aynı vapura biniyor, aynı işe gidiyorum. Artık vapurlarda simalar tanıdık. Hepsi benim yol arkadaşlarım. İsimlerini, işlerini güçlerini bilmem ama, kiminin telefon konuşmasına, kiminin sohbetine kulak misafiri olmuşluğum var. Olmadık hikayelerini bilirim, bilirim de yine tanımazdan gelirim, selam vermem. Bugün elin adamına selam veresim tuttu. Adam baktı, baktı, sonra kafasını gazetesine gömüverdi, gerisin geri. Ne utanç verici. Kimbilir ne düşündü hakkımda.
Ah, ne çabuk geçiveriyor yıllar. Hepsi birbirinin aynı. Koşturmaca, telaş. Ne kaldı geriye elimde? Koca bir hiç. Ne oldu da böyle oldum ben. Böyle, sıkıcı bir yetişkin. Nerdeyse yaşlı bir teyze. Üstelik hep korkak atmışım adımlarımı. Güven, güvence peşinde koşarken maceradan olmuşum, heyecandan, tutkudan…
Simon’un giderken söylediği hep aklımda, “Sen aslında uçmaya hazır bir balonsun, Zeynep. Hep istediğin gibi, maceraya, keşife, bilinmeze… Ama, korku ve endişe halatlarıyla yere sımsıkı bağlamışsın kendini. Kesmezsen uçamazsın, unutma, kesmezsen uçamazsın!”
Annem anlatırdı, ben beşmişim, ablam yedi. Bizimkiler toymuş herhal, kalabalık semt pazarının orta yerinde bırakırlarmış bizi, bir tezgahın ardına saklanıp izlerlermiş. Biz bağrışırmışız, “Anne, baba, anne…” Sonra ben nefesimi tutarmışım, gözlerimi kocaman açar, korkudan soluk bile alamazmışım. Bizimkiler koşturup gelirlermiş, “Vah yavrum, burdayız bak.” Bir çeşit ego olsa gerek, analık-babalık egosu. Bizim onlara böylesi mecbur olmamız gururlarını okşarmış. Gençlik işte.
Kendimi bildim bileli, gitmeyi düşlerim. Gitmek, görmek, gezmek. Önce, o hiç kullanmadığımız yolları, sokakları merak ettim çocukken. Keşke gitsem, gitsem, gitsem ama dönmek istediğimde de evin yolunu bilsem, derdim. Bir çözüm de bulmuştum aslında. Ben önde yürüyecektim, annemler arkada. Ruhum maceracıydı ama, bir yanım işte hep böyle korkak kaldı, güven aradı. Bana kalırsa, bizimkilerin bu küçük semt pazarı oyunudur nedeni.
Simon’a “evet” diyemeyişimin sebebi de içimdeki korkak çocuk muydu ki? İzbe bir otel odasında, dağınık yatağın içinde, kolunu boynuma dolamış, yüzünü yüzüme gömmüş, fısıltıyla söyleyivermişti: “Benimle gel!” Nasıl da titremişti tüm bedenim. Bir sıcaklık yayılmıştı, nefesinin değdiği yerden en ücra köşelerime. Ağzımdan bir tek sözcük çıkmamıştı ya, dönüp ona sarılmıştım sımsıkı. Aldığım nefesi vermekten ürkmüştüm, ya bir nefes gibi kayıp gidiverirse an? Nitekim kayıp gitti ellerimden. Korkak ben.
Kesmezsen uçamazsın!
Vapur iskeleye çarptı sertçe. Yolcular sarsıldı. Ayağa kalktım. Karşımda oturan adamla göz göze geldim yine. Bu sefer önce ben kaçırdım gözlerimi. Camdaki aksime takıldı yine gözüm. Elimi saçlarıma götürdüm. Kessem mi ki acaba, dedim içimden, yakışır mı bana?..

Bu yazı Hikayeler kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.