11 Ocak Cuma – O Kadar da Zor Değilmiş

Uzun zamandır blog yazıyorum, ama kimselere duyurmamıştım. İlk kez dün bir cesaret geldi, facebook sayfamda tanuka.net’in reklamını yaptım. Hemen birkaç arkadaşımdan destek mesajları geldi. Nasıl da mutlu oldum. “Yürü Tuğçe, seni takip ediyoruz,” demişler. Omuzlarımda bir sorumluluk hissediverdim. Bir sonraki yazı için bin adet konu geldi geçti aklımdan.

En iyisi yine akışa bırakalım.

Bu sabah İnci’min kalk borusu ile yataktan fırladım. Hafta boyunca sırası ile 4:00, 5:00 ve 6:00’da borusunu öttüren kızım, her ne hikmetse bugün 7:00’de öttürdü. Aslında 7:00, uyanmak için çok makul bir saat, gel gör ki bedenim uyanmamakta ısrar etti. Kızımı yatağımıza taşıdım, iphone’da hayvanları tek tek gösterip seslerini çıkaran bir aplikasyon var, onu açtım, biraz oyaladım çocuğu. Ama o esnada tek gözüm kapalı rüya görüyorum yani. Vücudum öyle ağır ki, sanki tartılsam 1000 kg çıkacağım. Birisi omuzlarımdan, kafamdan yere doğru bastırıyor beni. O derece!

Herneyse, yarım saat oyalandık, sonra İnci’nin altını değiştirdim. O bana maymunluklar yapıyordu, ama benden henüz ses çıkmıyordu. Yani kendimi sıksam belki ufak bir ses çıkarabilirdim lakin, kesinlikle anlaşılır birşey çıkaramayacaktım. Genelde sabahları böyle oluyorum nedense. Ya yediklerimden, ya da geceleri çok delikli (İnci Kız sağolsun) bir uyku uyuduğumdan, bilemedim. Allahtan uzun sürmüyor. Alt değiştirme faslı bittiğinde ben de kendime gelmiş oluyorum. 8:00’de kızla beraber salona geçtik, oyun havuzumuza. İnci günlük pratiğine başladı 🙂 Yürümeyi yeni öğrendi ya, ona hazırladığım havuzun içinde dört dönüyor. Ben de Jennifer Aniston ve Adam Sandler’ın ‘Just Go With It’ filmini açtım. Hawai mawai, ohh! Güneş, deniz, kum, 40’larindaki taş gibi Jenn… Bu soğuk kış gününde sabah sabah güzel geldi.

Aslında İnci Kız’ın kahvaltısını ben yaptırıyorum, ailecek kahvaltı ediyoruz, ama bu sabah baktım yumurta bitmiş, kızın kahvaltısını Hafizabla’ya bıraktım. Hafizabla geldi, yumurta ve ekmek aldık, ben acele giyinip Dora ile dışarı fırladım. Osman bu sabah 8:58’de kalktı. Ben kapıdan çıkarken, o da giyinmiş çıkıyordu. Birbirimizi pek göremedik. 15 dakika yürüyüşün ardından Dora’yı eve bırakarak koştura koştura yogaya yollandım. Bugün en sevdiğim ders vardı, Yara ile Hatha Yoga. Şimdiye kadar Yara’nın hiçbir dersi iptal olmadı. O nedenle bu kez kapıdan dönmeyeceğime olan inancım tamdı. Fakat kendimi o kadar güçsüz ve yorgun hissediyordum ki, bir yanım da gizli gizli ‘keşke ders iptal olsa,’ diyordu. O yanıma kibarca gagasını kapamasını söyleyerek kapıyı çaldım. Cevap yok! Bir daha çaldım, cevap yok! Telefon ile salonu aradım, cevap yok! Haydaaa! Ses diyor ki, ‘ders yok işte, hadi dön’. Yok, vicdanen rahat olmam için biraz daha çaba sarf etmeliyim. Binaya giren bir kadın sayesinde içeri girdim, yukarı çıktım, kapı duvar! Oh, bir gizli sevinç hissettim içimde. Artık vicdanım rahat, Starbucks’a yollanabilirdim. Binadan sevinçle çıkarken bir de baktım ki köşede, kayıt masasındaki kadıncağız acele ile sigarasını yakmaya çalışıyor. Gözgöze geldik, ikimizin de iç sesi, “ha s*ktir!” dedi. Gülümsedik, o sigarasını söndürdü, gerisin geri yukarı çıktık. Henüz Yara yoktu, benim ardımdan birer birer öğrenciler damlamaya başladı. Ben balkondaki matlardan birini cam kenarına serdim, sırtüstü yatarak Savasana’da beklemeye koyuldum. Hala külçe gibiydim. Hani çizgifilmlerde olur ya, bir an yer delinecek, ben alt kata düşeceğim ve yattığım bölgede Tuğçe formunda bir delik oluşacak sandım. Ama Yara gelince adım adım beni hafifletecekti, biliyordum.

Ve ders başladı. Yara bugün denge pozlarına ağırlık verdi. Özellikle kol üzerindeki denge pozlarını denedik (arm balance). Henüz birçok pozun Sanskritçesini bilmiyorum. Bazılarının Türkçesini ya da İngilizcesini de bilmiyorum. Ama bu açığı en kısa zamanda kapatacağım, söz!

Bakasana

Önce Bakasana yaptık.

Bunu ilk gördüğümde, hahaha bana göre değil demiştim, oysa şimdi epey bir süre bu şekilde dengede durabiliyorum. Kol kası gerektiriyor gibi görünse de aslında tümüyle denge işi.

 

Yara birkaç farklı ‘arm balance’ duruş gösterdi, adlarını bilemiyorum. Bir çoğunu yapamadım. Ama imkansız gibi görünen bir duruşu becerdim. Tripod Headstand. Kendime de hayret ettim.

tripod headstand

O kadar imkansız görünmüştü ki bana, neredeyse hiç denemeyecektim. Yara, ‘Bu iki aşamalı bir duruş. Kendini tartacaksın, istersen ikinci aşamaya hiç geçmeyebilirsin,’ dedi. Dizlerini dirsekler üstüne koyarak ayakları kaldırmak yerine bacakları aşağı bakan köpekteki gibi tutabilirsin. Ben önce öyle denedim. Ama kafama olan baskı fazla geldi. Yok dedim, ayakları yerden kaldıramam. Ama bir baktım yanımdaki kız becerdi, denesem mi ki dedim, denedim. O da ne, bu şekli ile kafama olan baskı azaldı, çünkü ellerim yükün yarısını taşımaya başladı. Demem o ki, yogada ve kimbilir belki hayatta da imkansız gibi görünen hedeflere ulaşmak o kadar da imkansız olmayabilir. İş ki zihni devreden çıkarıp deneyelim, sadece deneyelim.

Ders sırasında birşey farkettim. Ders çok zevkliydi, bedenim salondaydı ama zihnim çoktan dersi bitirmiş Starbucks’ta yazı yazıyordu. Hemen zihnimi geri çağırdım. Bu arada şimdi Starbucks’ta bu yazıyı yazarken de zihnim işini bitirdi, eve döndü ve İnci’yle oynuyor. Farkeder etmez geri çağırdım. Anda kalmak kolay değil.

Dersten çıktığımda 1000kg’dan 53’e geri inmiştim. Duruşum dikleşmişti. Dik durmak çok önemliymiş. İnsan vücudundaki tüm çakralar omurga boyunca dizilmiş. Enerjinin doğru ve dengeli akabilmesi için sağlıklı ve dik bir omurgaya sahip olmak çok önemliymiş. Ben hamilelik sonrası daha da kamburlaştım. Bir kere göğüsler büyüdü ve omuzlarım daha da öne düştü. İnci’yi taşırken de çok kamburum. Sırtımda bir tümsek oluştu adeta, annem sık sık uyarıyor, dikkat etmezsen sırtın et bağlayacak diyor. Allahtan yoga var. Ders sonrası hislerim şöyle: sanki tüm kemiklerim yerli yerine oturdu, bütün vücuduma masaj yapıldı, bedenim enerjik ve dimdik.

İşte böyle. Şimdi biraz İnci’mle ilgilenmek istiyorum sevgili okur. İyi haftasonları 🙂

Bu yazı Günlük kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.